Ağlamalar paniklemeler ve uçağın düşüş sesi... Hostesler bile kendisini kurtarmaya çalışıyor bir yandan da insanları sakinleştiriyordu... Onlarda biliyordu. Ne kadar sakin olursak olsun, kurtulma şansımız çok azdı...
Yok denecek kadar az... Her yerimi bir korku sarmıştı ki elimi tutan el beni bir yerlere çekiyordu... İkimiz birlikte bir yere gidiyorduk. Evet! Sanki bu el herkese inat bir şansımız var diyordu... Uçaktakiler panikliyor, uçak düşüyordu... Ne olduğu, bu uçağın neden düştüğü hakkında tek bir fikrimiz yoktu... Birden üzerime şişme bir yelek geçirildi... Bunu yapan Yiğit idi. Ardından kendine de bir şişme yelek geçirdi... Herkesi boş vermiş sadece beni düşünüyordu. Peki benim ayrıcalığım neydi? Kulağıma yumruk sesleri geldi birden.. Yiğit dış kapıyı yumrukluyordu... Fakat bu pekte işe yaramayacak gibiydi. Yinede Yiğit bir şansımız olduğunu düşünüp kapıyı yumruklama ya devam ediyordu. Ben ise ne yapacağımı bilemiyordum... İlk defa böyle bir durumun içine düşmüştüm. Pardon.. Durum değil. Çünkü bu yaşadıklarımız kelimenin tam anlamıyla FELAKETTİ. Üzerime yelek geçirilmiş bir şekilde, korku dolu gözlerle insanları olan biteni izliyordum... Yiğit yumruklama ya devam ediyordu. Sonra birden durakladı. Elimi tekrar tuttu ve beni bir yere oturttu. Tam gideceği sırada elini tuttum. " Lütfen beni bırakma Yiğit..." Bana acıklı gözlerle baktı ve sanarım gitmekten vazgeçtiği için yanıma oturdu..." Sadece oturduk ve birbirimize sarıldık... En son duyduğum şey ise birinin bana hanımefendi diye seslenişi idi... Gerisi yok... Sadece bir masaldan ibaret. Yaşadıklarımız bir masal... Sanem ' in Maldivler ' e giderken yaşadığı felaketin masalı... Ancak masallar iyi sonla biter... Benimkide iyi bitecek...
°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•
Gün 1...
Ela gözlerimi yavaşça açtım... Yaşıyor muydum? Bu nasıl olabilirdi. Tenimde hissettiğim şey ise güneşin sıcaklığını içine hapsetmiş kum taneleriydi. Küçük kum taneleri vücudumu ısıtmaya yetiyordu. Peki en son ne yaşanmıştı? Doğru ya! Uçak! İnsanlar! Yiğit! Herşeyi daha yeni yeni idrak etmeye başlamıştım ki ayağa kalkacağım sırada kolumda ki sızı ile çığlık attım. Kolum... Kesilmişti. Kan revan içinde olan koluma baktığım sırada bir inleme sesi geldi. Acı içinde etrafıma bakındığım da karşımda ki manzara ile bir kez daha şoke uğradım... Yiğit... Yaşıyordu. Buradaydı. Yanımda... Fakat onun durumu benimkinden daha kötüydü. Bacağında büyük bir kesik vardı. Ve bu onun yürümesini engelliyecek gibiydi. Ayrıca kafasından gelen kanlar beni daha da tedirgin ediyordu. Ona yardım etmeliydim. İkimizde fena durumdaydık fakat benim durumum bize yardım etmek için daha müsaitti.
Aksayarak kalktım ve kesik içindeki kolumu tutarak acı içinde Yiğit 'in yanına gidecektim ki üstüme düşünce sızlandım. "Yiğit..." dedim acı içinde.
" Yiğit lütfen kendinde ol çünkü sana şuan çok ihtiyacım var." Kapalı olan yeşil gözleri birden açıldı ve etrafına bakındı. Burada ne oluyor dercesine bakan gözleri bir anda beni buldu. Ardından onunda aklı herşeyi idrak etmiş gibi gözlerini büyüttü.
" Biz..." dedi acı içinde olan bacağını tutarak. " Yaşıyor muyuz? Peki nasıl?"
Buruk bir gülümseme ile konuştum.
" 80 kişilik uçaktan hayatta kalan bi ikimiziz desene."
Hafif tebessüm ederek, " Buna şans mı deriz bahtsızlık mı?"
"Açıkçası bunun cevabını bende bilmiyorum Yiğit..."
" Bacağım ağrıyor... Aslında bacağım değil her tarafım."
" Bende aynı şekildeyim."
" Önce yaralarımızı tedavi etmemiz lazım. Ardından başka planlar yaparız."
" Sen kalkamazsın. Bundan dolayı bırakta ben tedavi edilcek birşeyler bulayım."
Başını olumlu anlamda sallayınca aksayarak ayağa kalktım ve etrafa baktım. Burası... Kocaman bir adaydı. Önünde ise uçsuz bucaksız sonu olmayan bir okyanus... Peki uçak ve diğerleri neredeydi? Zar zor yürümeye başladım. Burada bizi tedavi edecek birşeyler olmalıydı.
Gözlerim bir şeyler ararken bir anda gördüğüm kalabalık ile duraksadım ve oraya yöneldim. Uçaktan kalıntılardı bunlar... Parçalanmış uçak parçaları, bir adet hostes şapkası, şişme bir bot ve bir adet ilk yardım çantası ve bunun gibi şeyler. İşte bu! Yardım çantası! Bu işimizi görür. Elimi uzattım ve suyun üzerindeki ilk yardım çantasını alacaktım ki yaralı parmaklarım suya temas edince sızladı. Acı içinde hem ilk yardım çantasını hem de parmaklarımı geri çektim. Ardından çantanın içine baktım. Tamam bazı şeyler kullanılmayacak durumdaydı fakat yinede içindeki şeyler bize fazlasıyla yeterdi.
Saatler sonra...
Gündüz bizi terkedip yerine geceyi koymaya başlayınca biz çoktan yaralarımızı sarmıştık. Şuan ikimiz de iyi durumdaydık. Gün batımını yan yana oturmuş izliyorduk. Deniz sesleri ve rüzgar esintisi sesinden başka bir ses gelmiyordu kulaklarımıza...
" Yiğit " dedim çatlamış ve zarar görmüş kanlı dudaklarımla.
" Sence bizi kurtaracaklar mı? "
Başını bana doğru döndü ve gülümsedi.
" Umudunu kaybetme Sanem. İlla ki bir gün bizi kurtarmaya geleceklerdir. "
Sakin kalmalıydım. Kafamı toparlamalı ve burada hayatta kalmanın yollarını aramalıydım. Hayat benim savaşmamı istiyordu. Ona isteğini verecektim. Bana ya hayat ipini tut ya da bırak diyordu.
En azından ipleri tutmama yardım eden biri vardı yanımda. Evet. Yiğit denilen bu adam beni yanlız olmaktan kurtarıyordu... İkimizde usulca etrafı izlerken gözlerim gözlerine çevrildi. Yeşil gözleri gün batımı ışığı ile muazzam bir uyum oluşturmuştu. Hayran kalmamak elde değildi doğrusu.
°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°
Gece tüm gökyüzünü kapsamıştı. Karanlık bütün vücuduma işliyordu.
Yiğit bir cömertlik yapıp omzunda uyumama izin vermişti. O ise kafasını bir ağaca yaslamış gözlerini kapatmıştı. Üstümüzde benim hırkam dışında başka bir şey yoktu. Zaten uçaktan düşünce elbiselerimiz bi hayli yırtılmıştı. Kesilen yaralarımızdan akan kan ise ortaya korkutucu bir görünüş sunuyordu bize.
Saat: 3.37
Gece yarısı gözlerimi açtığımda Yiğit yoktu. Nereye gitmiş olabilirdi? Etrafıma bakındım fakat karanlıktan dolayı birşey görünmüyordu. Ardından kulağıma gelen sessiz bir fısıltı ile yüzüm beyaza büründü. Kalp ritimlerim gittikçe hızlanıyordu. Elime yerdeki odunlardan birini aldım ve sesin geldiği yöne doğru tuttum. Hayır! Tekrar başlıyordu lanet olası şey! Kulaklarım çınlıyordu. Büyük bir acı veriyordu bu bana. Tırnaklarımı yere geçirdiğimde stresin son noktasındaydım. Doğru bildiniz. Ben bir sinir krizi hastasıydım. Ve bu hastalık beni çıldırtacak bir boyuta gelmişti. Ne zaman sinirlensem veya streslensem bu başıma geliyordu. Ellerim titreyerek cebimi aradım. İşte! İlacım buradaydı. Allah'ıma şükürler olsun ki onu kaybetmemiştim. Cebim fermuarlı olduğundan fermuar açılmamış ve ilaç yerinden çıkmamıştı. Hemen gidip bir tane içmeliydim. Yanımızda sadece bulduğumuz gıdaların arasından bir şişe su vardı ve bunu boşa harcamamalıydım. Bu yüzden biraz zor olsa da ilacı su kullanmadan yuttum. Karanlıktı ve kaybolurum korkusu ile olduğum yerde durmayı tercih ettim. Gözlerimi tekrar açtığımda ise çalılıkların arasından bir ses daha geldi. Ardından çalılıklar oynamaya başlayınca kendimi geri çektim. Fakat korkmama gerek kalmadığını anladım. Çünkü bu gelen Yiğit ' ti. Derin bir nefes alarak, " Neredeydin? Beni çok korkuttun. " diye sitem edince kahkaha attı. Kahkaha mı arıyordu! Ben burada kalbimi ahirete taşırken o gülüyor muydu? Koluna hafif vurarak sınırlı bakışlarımı ona çevirince sanki sinirlenmem onu mutlu ediyormuş gibi daha fazla güldü.
" Ne gülüyorsun be! Dev adam. "
" Sinirlenmen komiğime gidiyor Sanem. O kadar tatlı sinirleniyorsun ki. "
Son söylediği karşısında yutkundu ve afallayarak, " Ş-şey yani... Sinirli insanlar hep bana tatlı gelmiştir. Yani genel olarak... Sana özel değil. Hem... Sen hala kocaman gözlerini bana dikmiş bakıyorsun ki! Uyusana! "
Bu adam gerçekten de tuhaftı. Sanki onun bana tatlı demesine kaldım. Ucube adam. Allah görünüş vermiş ama bir yandan da beyini almış. Onun saçmalıklarını dinlemeden uykuya geçtim. Sonuçta bu uykuya yarın ihtiyacım olacaktı... Uyumadan önce ise aklımda bir soru vardı.
Kimdi bu adam?....