Bölüm 20 Final

485 38 30
                                    

İyi okumalar diliyorum 😽

Uçaktan indiğim andan beri durmadan akan yaşlarıma yenileri eklenirken gerçekten de zorlanarak attığım adımlara devam ediyorum. Bana ilk teklif ettiği ve birçok anımızın olduğu bu park artık güzel gelmekten çok cehennem oluyor bana. Aldığım her nefes ciğerlerime bir bıçak gibi batıyor sanki ve bir adım daha atıyorum dört senedir yokluğuyla savaştığım adama.

Dört sene boyunca her gün ağlayıp onu affetmek istediğimi söylememe rağmen bir kez bile bu acıya yenik düşüp ona yazmamıştım. Jisung bana perişan halde arkadaşım gözlerimin önünde ölüyor dediğinde ancak cesaretimi toplamıştım ölmesini istemiyordum.

Ama onsuz gerçekten yarımdım, eksik hissediyordum o yoksa öleyim diyordum ama bunu yapmaya da hakkım yoktu. Boğazımda oluşan yumrunun gitmesi için yutkunuyorum ama saplanan ağrı ile tekrardan bir yaş akıyor gözlerimden. Elimi ağzıma kapatıyorum ve çıkacak hıçkırığı engelliyorum. Çünkü o kamelyaya çok yakınım biliyorum.

Dizlerim tir tir titriyor ve bir yerden sonra tutmuyor artık yavaşça yere çöküp elimi ağzıma daha sıkı kapatıp ağlamaya başlıyorum, omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyorum ve o duymasın diye de hepsini sessizce yapıyorum. Cebimdeki telefon titrediğinde mesajın ondan olduğunu biliyorum çünkü onun bildirim sesi farklı.

Zar zor toparlayıp ayağa kalktıktan sonra burnumu çekip avuç içlerimi gözüme bastırıp siliyorum ve tekrardan yürümeye başlıyorum. Beni gördüğü zaman ne tepki verecek ya da ben ne tepki vereceğim bilmiyorum, korkuyorum bana kızarsa diye çünkü o hastanede tedavi görürken bir kez bile aramamıştım onu. Cesaret edememiştim.

Sonunda kamelyanın önüne geldiğimde onu görüyorum. Başı eğik, telefonuna bakıyor, saçları gece gibi siyah, üzerinde her zamanki sportif şeyler yerine daha resmi şeyler var ve o büyümüş. Daha yapılı duruyordu. Gözlerim yeniden yanmaya başladığı an yukarı bakıp yaşları geri yolluyorum ve tam önünde duruyorum. Üzerine düşen gölgem yüzünden başını kaldırıp bana bakıyor. Gözleri parlıyor, yüzünde acı, buruk bir gülümseme beliriyor. Aynı gülümseme benim yüzümde de yerini alırken öylece ona bakmaya devam ediyorum.

Ona sarılmak, sevdiğimi söylemek, affettiğimi, tekrardan ona dönmek istediğimi ve beni bir daha bırakmamasını söyleyerek ağlamak istiyorum. Söyleyecek çok şeyim var ama aynı zamanda hiçbir şeyim de yok sanki. İçimde bir yerlerde canhıraş bir çığlık yükseliyor bana sitem ediyor, onu istiyor ama ben öylece duruyorum.

Dumur olmuştum sanki ikimizden de tek bir kelime çıkmıyor, tek bir hareket yok öylece özlediğim yüzüne bakıyorum derken Changbin içi gidiyormuş gibi bakarken elini yavaşça kaldırıp yüzümü okşuyor. "Buradasın..." diyor sadece başka bir şey çıkmıyor ağzından. Başımı sallıyorum ağır ağır. "Buradayım." diyorum.

Yüzümü biraz okşayıp düşen yaşları sildikten sonra elini indirip ellerimi tutuyor. Canım öyle yanıyor ki her şey bitsin istiyorum, göğsümde giderek şiddetlenen ağrı ile sendeliyorum. "Hoş geldin." diyor bu kez ve elimi tutup banka oturmamı sağlıyor. Ay ışığı üzerimize vururken güzel yüzünü bir süre daha izliyorum. Ona veda etmeye gelmiştim ama o gözlerime böyle bakarken ona veda etmek öyle zordu ki içim parçalanıyordu. "Hoş buldum."

"Nasılsın?" diye soruyor bu kez. Nasılım bitmiş haldeyim, paramparçayım, senin olmadığın her an ölüyorum ama sana da gelemiyorum böyle de boktan bir ikilemin içindeyim. "Eksik." diyorum çünkü en çok eksik hissediyorum.

Gözleri dolarken bir yaş firar ediyor yanaklarına doğru elimi kaldırıp hafifçe siliyorum. Ağlasın istemiyorum bunu kaldıramıyorum. Baş parmağımı gözünün altında hafifçe hareket ettirip diğer yaşların elime akmasına izin veriyorum. Sesim titriyor ve kısık bir ton da "Sen nasılsın?" diye soruyorum. Dudaklarını birbirine bastırıp başını sağa sola salladı. "İyi değilim." Ben de değilim...

Depremsiz başıma yıkıldı evim ChanchangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin