Hayatta bazı anlar vardı,
benliğimizi tadabildiğimiz anlar.
Benlik ne miydi?
Bir kimsenin kendisini, kendisi yapan özellikti. Kişinin öz varlığıydı. Kendilikti, kişilikti.
Ve her insanın sahip olabildiği bir şey değildi.
İkiyüzlülük veya yüzsüzlük müydü benliği kaybettiren nedenler yoksa başka nedenlerle de mi insan kaybederdi, benliğini, kendisini, ait olduğu kişiliğini?
İnsan ait olmadığı yerde de benliğini kaybetmez miydi?
Tanımadığı kişilerin arasında da benliğini kaybetmez miydi?
Kaybederdi. Benlik, kişinin kendisinin oluşturduğu bir şey diye savunulsa da aslında değildi.
Çünkü hiçbir birey yalnız değildi.
Öyle ki, benliğini oluşturan, kişinin kendisi değil; etrafında olan şeyler veya kişilerdi.
Buna ait olamamak ne acıydı, olmak ise ne kadar güzel bir duyguydu. İnsanın kendini bilmesi, etrafındaki herkesin de onu böyle kabul etmesi...
Anlaşılmamayı istemezdi kimse, kendisine bile yabancı olmayı da istemezdi.
Kendine tanıdık olmak, dünyada hissedebileceğimiz en iyi duyguydu ve şu an neredeyse hepimizin kaybettiği bir duyguydu.
Tıpkı Oikawa ve İwaizumi'nin kaybetmesi gibi.
İki çocukluk arkadaşı, sırdaş, takım arkadaşı ve bunun gibi birçok şekilde görürdü herkes onları; ama sadece dışarıdan görürlerdi.
Aralarındaki bağ o kadar ayrıydı ki, adlandırmak bile çok zor geliyordu; hatta kendilerine göre de böyleydi. Birbirlerine ait bildikleri bir şey varsa o da hiçbir şeyin onları ayıramayacağıydı.
Oikawa, Arjantin'de olsa da; İwaizumi de Japonya'da olsa da ve aralarında binlerce kilometre olsa da bu umurlarında değildi. Hatta Oikawa buradan giderken gözyaşı dökmeyen tek kişi de İwaizumi idi. Bunun gerektiğini de dile getirmeyen Oikawa idi.
Sanki birkaç dakikalığına ayrılır gibi, sanki bir sokak ötesine taşınıyormuş gibi, sanki bir yere uğrayıp gelecek gibi.
Bu kadar basit geliyordu onlara mesafeler çünkü onları hiçbir şey ayıramazdı, bunu biliyorlardı.
Ama ne kadar kötü bir hâle geleceklerini ikisi de bilmiyordu.
Eski fotoğraflara bakmak, eski videoları izlemek veya eskiye dair bir şey yapmak kendilerini kurtarır diyorlardı. Ama hayır, eskide olanlar her zaman tek seferliktir.
Sonradan yapılanlar ise eskilere yeni anlamlar katmaktır.
Ama en acısı da eskiden olan bir şeyi, yeni birisiyle gerçekleştirmekti. O an anlıyordu insan, o an fark ediyordu her şeyi. "Herkes gider," diyordu insan. "her şey biter," diyordu sonra. "ve yeni olan hiçbir şey eskisi gibi hissettirmez." diyerek bitiriyordu isyanını.
Oikawa ise şimdi bunu bir kez daha hissederek bir kez daha kırılmıştı, bir kez daha anlamıştı her şeyi.
Bu eskileri bir daha hissedemeyeceğini kabullenmiş hâliyle eve giderken ihtiyacı olanın bu olmadığını biliyordu.
Başını kaldırdı, bıkkınlıkla karşısındaki eve baktı; evini özledi.
Merdivenlerden çıktı, cebinden anahtarını çıkardı. Gözleri ayaklarının dibinde duran zarfa kayana dek kapıyı açmaya çalıştı.
İki kat arasındaki merdiven boşluğunun oradan sert bir rüzgâr esti, ayaklarının dibindeki zarfı merdivenin olduğu tarafa götürdü. Sanki zarfın içindeki mektup henüz açılmadan bile bir şey anlatıyordu ona. Mektubun gönderildiği yere kendisinin de gelmesi gerektiğini, sessizliğin hakim olduğu bu yerde kulağına fısıldıyordu.
Heyecanla eline aldı onu, dikkatli bakışlarıyla süzdü zarfı. Günler sonra hissizliğini uçurup götüren tek şey olmuştu belki de.
Hızlı adımlarla içeri girdi, kapının dibine çöktü. Gönderen kişinin isminin onu bu denli mutlu ettiğinden kendisi bile habersizdi.
İwaizumi Hajime.
Zarfı açtı, bağdaş kurduğu bacakları arasına katlanmış kağıt düştü. Kaybetmiş olduğu her şeyi, bir kağıtla kazanmış gibi hissetti o an.
"Hissetmek" ne demekti, tekrar anımsamıştı o an; upuzun bir vaktin ardından.
-
Sevgili Oikawa,
sevgili dostum,
ya da sevgili mükemmel insan.Sana belki de ilk kez bu kelimeyi kullanıyorum, mükemmeli. Oysa sana karşı en çok kullandığım kelime olması gerekirken.
Çünkü bunu senden başkasına söyleyemeyeceğimi artık biliyorum.
Yine de senin; sana vurduğum kadar, sana hakaret ettiğim kadar ve sana kızdığım kadar sana mükemmel demem gerektiğini bilmeni isterim. İnsanlar iyi davrandığı kişileri çok seviyordur, diye bir şey yok. İnsanların çok sevdiği kişiler, farklı davranışları kişilerdir; diğer herkesten farklı davrandığı kişi, onun için özeldir.
Sen benim için özelsin.
Farklı davrandığım tek kişi.
Ve ben bu özel insanı, gerçekten çok özledim.
Biliyor musun, ben şu dünyadaki en kötü, en çaresiz ve en iğrenç hissi biliyorum artık: Yanında olmasına alıştığın şeyin artık yanında olmaması, çok uzaklarda olması.
Uzaklarda olma, yanımda ol.
Senin yanın, benim yanım; benim yanım, senin yanın.
Biz böyle alıştık, beraber olmaya. İhanet eden sen olma, hata yapan hep bendim çünkü.
Bunu bozma, eskisi gibi olsun her şey. Sen yine suçsuz olan kal, ağlamak için yanıma koşan kişi ol; ben de başta yine itekleyeyim seni bana sarılmaya çalışırken ama sonra bizzat gelip sarılan da ben olayım.
Akan gözyaşlarına alay geçen de ben olayım, onları elimle silen de ben olayım. Seninle ilgili olan her şey ben olayım, benimle ilgili olan her şey de sen ol. Biz küçüklüğümüzden beri böyleydi.
Lütfen bozulmasın bu, artık geri dön.
İwaizumi Hajime'den, her şeyimle bir olduğum Oikawa Tooru'ya,ya da kısaca, en mükemmel insana.
Benim biricik pasörüme.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my dear partner, my dear star | iwaoi
Fanfictionsevgili oikawa, sen benim, övünebileceğim tek ortağımsın. sevgili iwa-chan, sen benim, gördüğüm tek yıldızsın. mini fic!!! Elif'ime @Crepuscolo_E <3 •Tüm hakları, Oikawa ve İwaizumi'nin küçükken imzalattırdıkları formada saklıdır.