1

6 0 1
                                    

Hayattan nefret ederek odamın tavanına baktım. Odanın içine dolan fazla güneş ışığına karşı gözlerim kısılmışlardı. Dün akşamın yüzde doksanını hatırlayamadığımı, yatağıma nasıl geldiğimi bile bilmediğimi düşünürsek sadece perdeyi açık unuttuğuma memnun olmalıydım, ama değildim. Başım ağrıdan çatlarken hiçbir şeyden memnun olamıyordum. Boğazım zımpara gibiydi, ağzım kurumuştu. Bir aspirine, iki bardak suya ve güzel bir kahvaltıya ihtiyacım vardı. Neyse ki akşamdan kalma olmak hiç bir zaman mideme dokunmazdı, arkadaşım Justin bunun nedeninin hiçbir zaman içkileri çok karıştırmamam olduğunu düşünüyordu. Beraber dışarı çıktığımız gecelerin çoğuyla birlikte ne içtiğimi de hatırlayamadığımdan hep ona hak vermek durumunda kalıyorum. Zorlukla dirseklerim üstünde doğruldum, etrafa saçılmış kitap defterler, kıyafetler ve abur cubur paketleri ile kaplı dağınık odamın görüntüsü bir takla atıp başımı döndürmedi, ama ensemden başlayıp şakaklarıma ulaşan ağrı kuvvetlenmişti. "Harika." diye kendi kendime mırıldanıp doğrulup oturdum, bileklerime kadar sıyrılıp çıkarılmış pantolonumun belinden sallanan kemerimin tokası ahşap zemine çarpıp bir ses çıkarınca gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım. Bütün sesler kafamda yankılanıyordu. Büyük ihtimalle alkolün verdiği sıcaklığa dayanamayıp çıkarmaya çalıştığım pantolonu tekmeleyerek tamamen çıkarttıktan sonra iç çamaşırımla ayağa kalktım. Bir yandan esneyip bir yandan göğsümü kaşıyarak odama bitişik olan banyoya yürüdüm ve kapıyı içeri iterken başımı kapının üst eşiğine vurmamak için boynumu eğerek içeri girdim, ayaklarımın altındaki fayanslar sıcak havaya rağmen serinlerdi. Alışkanlıkla musluğu açıp lavaboya yaslandım, suyun birazcık ısınması gerekiyordu yaz da olsa. Yüzüne soğuk su çarpmayı seven insanlardan değilim, hep kolay üşüyen, soğuğa zayıf biri olmuşumdur. Başımın ağrısını güçlendirmesine rağmen kaşlarım otomatik olarak çatıldılar, çünkü lavaboya yaslanmak için dizlerimi kırmam gerekmişti. Bu garipti, çünkü normalde kalçamı rahatça yaslayabilirdim lavaboya. Bir günde boy atamayacağıma göre de... Lavabo mu kırılmıştı? Ev sahibi beni keserdi. Bakışlarım aşağı kayınca duraksadım, ya da daha çok donup kaldım. Kaslarım gerilmiş, lavabonun yanlarını tutan ellerimin parmak boğumları beyazlamışlardı. Yüzümün de beyazladığına emindim. Karnımda çizgiler vardı. Belirgin çizgiler. "Hay ben- Ne?" kelimeler ben fark etmeden ağzımdan kaçtılar, kendi yüksek ses tonum yüzünden baş ağrım arttı. İşaret parmağımı karnımın üstündeki çizgilerde gezdirdim. Biri kalemle falan çizmemişti, hayır makyaj da değildi bu. Bunlar kas çizgileriydi. Şu baklava dediklerinden. Gözlerimi kırpıştırıp baklavalardan bir tanesini dürttüm. Silikon gibi değildi, biri ben sarhoşken üzerimde estetik ameliyat gerçekleştirmemişti. "Neler oluyor ya?" diye mırıldanarak aynaya baktım gördüğüm şeyin hayal olmasını bekleyerek. Ama değildi, aynada da baklavalarım vardı, ve lavabo yansımamın üst bacağına geliyordu, kalçalarımın altına. Ağzımdan bir küfür çıkacağı sırada saçlarımı fark ettim ve nefesim kesildi. Ben hareket ettiğimi fark etmeden ellerim saçlarımı kavramışlardı. Açık mavi ve kıvırcık saçlarımı.

Galiba kafayı yiyorum. Benim boyum bir metre seksen santim. Hayatı boyunca bir yerlere giderken yürümek dışında hiç spor yapmamış biri olarak kaslarım olamaz. Annemden aldığım düz siyah saçlarım maviye dönüşemez. Yansımama bakarken çığlık attım, kendi çığlığım beynimi çalkalıyordu, daha da kötüsü, aynadaki uzun boylu, kaslı ve mavi saçlı şey de benimle birlikte çığlık atıyordu, çünkü o benim yansımamdı. Fark etmeden, sanki yansımam kaçmam gereken bir şeymiş gibi geriye doğru birkaç adım attım, panikten güçsüz düşmüş bacaklarım küvete çarpınca kendimi duş perdesine sarılmış, küvetin kenarına oturmuş halde buldum.

Tamam, sakin olalım, diye düşündüm duş perdesine sarılırken. Aptal plastik perde bir anda gerçekliğe ve mantığa attığım son çapaya dönüşmüştü. Belki de bu bir çeşit kamera şakası. Evdeki bütün eşyaları küçültmüş olabilirlerdi. Saçımdan bir tutamı tutup çektim. "Ov!" gerçek saçtı bu, ama saçlarımı boyayıp kıvırmış olabilirlerdi ben uyurken. Bu kasları açıklamıyordu. "Neler oluyor ya?" diye tekrarladım fısıldayarak. Eğer kamera şakası değilse acaba biri bana ilaç mı vermişti? Sarhoşken içkime bir şeyler karıştırmaları pek zor olmamış olsa gerekti. Gözlerimi kapatıp derin nefesler almaya başladım. Evet, kafam güzeldi. Salaklık ettim, bir daha dışarıda içmeyeceğim Tanrım, söz veriyorum. Justin'i görür görmez ona bir güzel zılgıt atacağım, sarhoş arkadaşına göz kulak olması gerekirdi. Daha önce hiç uyuşturucu almadım, ama ilaçları bünyeden atmak için su içmek gerektiğini biliyorum, hem paniğe de iyi gelir. Şimdi gidip birkaç bardak su içmeliyim, sonra ambulansı ararım, bir serum yersem daha kolay kendime gelirim herhalde, ama bu halde tek başıma dışarı çıkmam tehlikeli olur, o yüzden ambulans gelip beni alabilir. Kafam düzelince de polise giderim. Justin'i de aramalıyım, hem hangi bara gittiğimizi hatırlıyordur, polis güvenlik kamerası kayıtlarına bakarsa bana kimin ilaç verdiğini bulabilirler.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 06, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ne Dilediğine Dikkat EtHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin