"Çocuk ağaçtan son bir erik yemeden gitmeseydim dedi kendi kendine."
Bir çocuğun gönlüne taht kuran şeyler en fazla ne olabilirdi? Diğer çocukları bilmem ama bizim hikâyemiz biraz farklı. Bizim gönlümüze değil de kendimize taht kurduğumuz ağacımız vardı. Ne tuhaf değil mi? Bir insanın, bir çocuğun, çocukların, taht yaptığı ağacının olması. Ağacının diyorum çünkü diğer ağaçlara çıkılması yasaktı bizim mahallede. Tek İrem'in annesi izin verirdi. O ağaç bizim küçük sokağımızın saklanacak yegâne yeri, dinlenecek en güzel köşesiydi. Kalabalık bir grubu üzerinde barındırırken, aynı zamanda bize sulu sulu erikler verirdi.
Bir ağaç on kişiyi taşıyabilir miydi? Taşırdı. On kişinin derdini, neşesini, sevincini, heyecanını taşırdı. Aşkları, âşıkları bazen dargınları taşırdı.
- Neye daldın?
İrem'in sorusu ile irkildim biraz. Oturduğum kaldırım taşında bizim çocukluğumuzda üzerine çıktığımız, kahkahalarla güldüğümüz, düşüp bacağımızı yaraladığımız o ağaca bakıyordum. Erik ağacına. Bu ağacın birçok anısı vardı bizde.
- Hiçbir şey ya. Ağaca bakıyordum. Hatırlıyor musun?
Derin bir iç çekti. Onların bahçesiydi zaten o ağacın olduğu yer. Her gün hatırlıyordur. Gözleri parlayarak yanıma oturdu. Ağacı izledi bir süre ve bana baktı. Gözlerinde parıltılar vardı.
- Hatırlıyorum tabi. Hiç unutmadım ki.
Bizim konuşmamız üzerine Lamia ve Hilal bir masa getirip tam ağacın yanına koydular. Diğer yandan İmran tabakları getirip eskitilmiş ahşap masanın üstüne dizmeye başladı.
- Hazırlık var sanırım.
Güldü.
- Evet.
Geçmiş bir film şeridi gibi gözümüzün önünden akıyordu sanki.
Küçük bir kız çocuğu geliyor ağacın önüne. İrem bu. Arkasına dönüyor ve diğer herkese buralar benim edasıyla bakıyor küçük bedeniyle. Onu öyle görünce gülme geliyor bana. Hemen arkasında ben varım. Hafif toparlak bir kız ama hepsinden uzun olduğum için, pek de anlaşılmıyor kilom. Yanımda Melek ve Lamia var.
- Önce ben kendime bir yer beğeneceğim. Çünkü bu ağaç bizim.
Herkes heyecanla bakıyor ona. Bu ağaca ilk çıkma anımız. Daha önce hiç çıkmamıştık bu genç erik ağacına. Yeter ki çıkalım da İrem'in nerede oturacağı umurumuzda bile değil.
- Tamam tamam. Çık artık hadi.
Ağacın tam gövdesinde bir yarık var. Oraya basıyor önce ve ikinci adımını atıp tırmanıyor ağaca. Erik ağacı ise hep bunu bekliyor gibi hazırlamış kendini. Basalım diye bir yarığı, oturalım diye sandalye gibi bir sürü dalı var. Peşinden ben çıkıyorum o ağaca. İrem'in yeri, en yukarda tahta benzer bir alan. Kendi buldu. Hepimiz kıskanıyoruz onun bu yerini. Bende tam karşısında bir yer buluyorum kendime.
- Aa. Vildan! Sen tam karşımda duruyorsun. Çok güzel oldu böyle.
İrem'in bu sözleri beni çok mutlu ediyordu o zamanlar. Çünkü benim için çok değerliydi. Herkesten, her şeyden. Bizden sonra Melek ve Lamia ağaca çıkıp kendilerine yer buluyorlar ama kimsenin yeri İrem ve benim ki kadar güzel değil. Bizi gören mahallenin erkekleri - ki bunlardan biri benim kardeşim - bizim olduğumuz ağaca çıkıyorlar. Mehmet, Bilal ve Serhat.
Gülüyorum yine. İrem bana bakıyor.
- Neye güldün?
- Hatırlıyor musun? Serhat'ın oturduğu dal kırılmıştı yere düşmüştü.