Şuan denize bakıyorum, dalgalı. Biraz hırçın, biraz sakin. Üstüne açık bir mavi sürmüş.
Önümdeki tabloda eksik bir şeyler var bu sefer. Dalgaları ne önceki kadar ne de içindekiler önceki kadar benim...
İhtişamlı bir gemi var mavi suların üstünde ama gölgesinde kendinden eser yok hani. Basit, eskimiş, monitörü bile doğru dürüst çalışmayan sıradan bir balıkçı teknesi gibi.
İçindeki insanlar kulaçlarını atıyorlar güçleri yettikçe. İçlerinde küçükte olsa boğulma tehlikesinden doğan bir panik var. Fazlasıyla belli ediyorlar. Hepsi, sanki son nefesleriymiş gibi çekiyor havayı içine. Derin derin ve yavaş yavaş. Yüzlerinde küçük bir tebessümden eser bile yok. Asi asi çırpıyorlar ayaklarını. Bugün ondan dolayı mutsuz ve aksi bu deniz. Üstündeki her şeyden kurtulmak için dakika sayıyor gibi rengi. Kendini bir an için bir bataklıkmış gibi hisseder sonra. Kelimeleri yok ki onun. O, sadece dalgalarıyla rüzgarı yıkar, geceleri çıkan Ay'a yoldaş olur. Bir insana dert ortağı olur, onların öfkeyle attığı taşları hapseder içine...
Herkesin isyanını kabul eder. Bazen yalın dalgaları şarkı söyler, yanlızlığımızı örter. Bazen sessiz çığlıklar atar kendince. Ne kadar özgür olursa olsun, kapana kısılmış gibi hisseder bazen de..
Sonra bir sabah gelir, tekrar şefkatle giyer maviyi, o hırçın ve öfkeli dalgalarında eser yoktur.
Rolü gereği yine benim denizim olur Karadeniz. Dünyadan seçtiğim en güzel gerçek olur tekrar.
Her damlasında nefesimi bulduğum, beni karanlık çukurlardan aydınlığa çıkaran elim, dağları yüce kılan o eşsiz deniz olur tekrar.
Yıldızları hiç değmemiş geceyi aydınlatır Ay'ın ışığında...
Vazgeçilmez kılar kendini. Gökyüzünün de hatırı kalır sonra. Ona ayak uydurur, bazen griye çevirir grisini. Kışın soğuğunu ıslatır.
Sonra oyun biter ve sıra hiçliğe geçer...