Beni içten içe eriten duyguların resmini çizdim. Yırttım attım sonra. Sen resim çizme dedim kendime. Keşke bir de tokat patlatsaydım, şöyle okkalı bir tane.
Sanki içimde, derinlerde bir yerlerde, başka bir ben var. Onu da tokatlamak istiyorum. Sürekli bunu böyle yap, şunu şöyle yap, bir türlü susmuyor.
Dinlemekten yoruldum, çıktım evden. Tavanından rutubet kokan, ancak akşam güneşinin içeri girebildiği kasvetli evden. Orası benim için bir ev değil, konak noktasıydı. Bazen bir hapishane olarak hissettirdiği de olmuştu gerçi.
Şimdi sahile inip dalgaları mı dinlemeli yahut bir kahvehaneye oturup, okeye dördüncü mü olmalı? Karar vermek her zaman zor olmuştur benim için. Ancak bu sefer ayaklarım yardımcı oldu, bağımsızlıklarını ilan etmiş gibi yürümeye başladılar. Ben de itiraz etmedim, ne de olsa karar vermekle uğraşmamıştım. Cebimden tütünümü çıkardım, sarmaya başladım. Hem yürüyüp hem sarmak zormuş, öğrenmiş oldum. Gözlerim ve ellerim tütün sarmaya çalışırken yolun ortasında duran kocaman çukuru görmedim, elimde bir parça tütün, kâğıt ve tütün tabakası ile yığıldım yere. Tabii tüm işi ayaklara bırakırsan böyle olur.
Aferin! dedim kendime. Aferin!
İyi misiniz?
Lafıyla kendime geldim, başımı kaldırdım. Sen? Sen burada ne arıyorsun?
İlk karşılaşmamız böyle mi olacaktı? Böyle mi olmalıydı? Tekrar sordun;
İyi misiniz?
Görüntü netleşti.
i..iyiyim, teşekkür ederim. Kekeledim mi ben? Düştüğüm için mi? Hayır, kafamı vurmadım. ... Yoksa vurdum mu? ... Senin yüzünden mi?
Hiç iyi görünmüyorsunuz.
Hayır, hayır, iyiyim. Başımı da çarpmadım ama...sözümü kesti;
Bir hastaneye gidelim isterseniz.
Gerek yok, iyiyim ben. Teşekkür ederim.
Yerden kalktım, Uzan zaman sonra ilk defa baktım üstüme başıma, gömleğin düğmeleri yanlış iliklenmiş, ceketin bir düğmesi neredeyse kopacak, bağırıyor "ağabey ben ne olacağım?" diye.
Perişan haldeydim. Sense bir o kadar güzeldin.
Tütün tabakasını yerden almak için eğildim. Bir anda gözlerim karardı, ayaklarım hissizleşti. Beni tutmaya çalıştığını hissettim. Gücün yetmedi. İkinci defa yere kapaklandım.
...
EBEDİ YALNIZLIĞIN SONU
Ambulans sireni mi o ses? ... Evet, evet. ... Neden bu kadar yakından geliyor? ... Yoksa içinde miyim? Gözlerimi açmaya çalıştım. Göz kapaklarımın ağırlığı tonlarca hissettirdi. Ben gözlerimle savaşırken elimde elini hissettim. Gerçi elini daha önce tutmamıştım ama senin elin olduğunu hissettim, belki de içten içe öyle olmasını istedim. Konuşmalar duyuyordum ama net değildi.
"Kafasını vurdu mu?"
"Bilemiyorum. Aynı yolda yürüyorduk, önüne bakmıyordu galiba, çukuru göremedi ve düştü. Kafasını vurup vurmadığını göremedim."
Boğuk boğuk duyuyordum sesleri, bu kadar kelimeyi anlamaya çalışmak bile yormuştu beynimi. Ancak sesini biraz daha iyi duyabilmek için çaba sarf ediyordum. Sesinde biraz korku vardı biraz da endişe. Elimi bırakmaman için sıkıca tuttum elini. Göz kapaklarımla olan savaşı kazandım sonunda. Yavaş yavaş açıldı gözlerim. Sağ omzumla aranda 20 santim bile yoktu. Gözlerin gözlerimde durdu, adeta gülümsemeye başladın gözlerinle. O kadar huzur dolmuştu ki içim, sonsuza kadar kalmak istedim ellerin ellerimde, gözlerin gözlerimde. Ama o kadar fazla sürmedi, bir müddet sonra sirenler kapandı, hastaneye geldiğimizi anladım. Şoför ambulanstan indi, arka kapıyı açtı. Sedyeyle indirildim ambulanstan. Acil kapısından geçtik, travma odasına alındım. Sağlık görevlisi doktora durumumu anlatırken bile elini elimden çekmedin.
YOU ARE READING
Yedi Harfli Günaydın Mektupları
General Fiction"Seni gördüğümde, ölüm ile yaşamın arasındaki ince ipte cambaz olarak çalıştığım işimden istifa etmek, tekrar yaşama dönmek, seninle her anı tekrar tekrar yaşamak istedim. Aşk demek az mı gelir buna? Fazla mı gelir yoksa? Bilemedim."