Bölüm 1

136 9 6
                                    

Zilin çalması ile herkes çantasını toparlayıp sınıftan çıkmıştı. Sınıfın tamamen boşaldığından emin olduktan sonra ayaklanıp kapıya doğru yürümeye başlamıştım. Çantam tek kolumda takılı, ellerim ise pantolonumun cebinde dolabıma doğru ilerliyordum. Adımlarımı dolabın önüne geldiğimde durdurdum ve ceplerimden çıkardığım ellerimle dolabımın kapağını açtım. Çantamdaki gereksiz kitapları bıraktıktan sonra bir kaç tane test kitabı ve ders esnasında çıkardığım notları aldım.

Sınav zamanı yaklaşmıştı ve geceleri ders çalışıyordum. Yavaş adımlar ile okuldan çıktığımda güneş tam tepede bana merhaba diyordu. Hızla kulaklığımı takıp eve doğru yürümeye başladım. Özellikle sesiz, sakin ve kimsenin olmadığı yerlerden gidiyordum.

Evet, insanları sevmiyor birde üstüne onlardan nefret ediyordum. Kalabalık ortamda sebepsizce geriliyordum. Kalabalığı oluşturan şey ise her bir insan parçacığı olduğu için dolayısıyla onlardan da nefret ediyordum.

Bu dünyada sevdiğim veya nefret etmediğim bir şey bulmanız neredeyse imkansızdı. Eve vardığımda beynimi yeni düşünceler sarmıştı. Etrafta en az yirmi adam dikiliyordu. Üç tane siyah araba vardı kapının önünde. Arabaların içine tereddüt ederek baktığım sırada sadece ortadaki aracın en arka koltuğunda oturan adamı gördüm. Diğer iki araç boştu. Adama baktığımda sanki oda hissetmiş gibi başını tabletinden kaldırıp bana baktı.

Sanki kafasını kaldırırken bir şeyden emin değilmiş, 'yok canım daha neler' diye düşünüp kaldırmışken bir anda beni karşısında görünce şaşırmış gibiydi. Bakışları beni bulduğunda önce şaşırmıştı. Sanki tanışıyormuşuz da burada nasıl olduğumu sorgular gibiydi. Sonra yavaş yavaş özlediği birine bakar gibi oldu bakışları. Sanki bana bakarken biri ile hasret gideriyordu..

Bir anda kendine gelip arabadan aşağıya indi. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Elini uzattığında geri çekildim. Ben insanlara dokunamıyordum.. Bende insanlara dokunma korkusu, yani Haptofobi vardı. Eğer birine dokunursan anında kriz geçiriyordum.

Açıkçası fobim olmasa bile korktuğum için tutmazdım o eli. Yakışıklı bir yüzü vardı. Esmer ve pürüzsüz yüzü ile adeta mükemmeldi. Giydiği pahalı olduğu her yerinden belli olan takım elbisesi ince uzun fiziğine oturmuş, çok yakışmıştı. Gülümsemesi ile çok sempatik ve şirin duruyordu. Fakat bu arabalar ile adamların onun olduğunu anlamamak için salak olmak gerekirdi.

Zaten kendisi de arabaların birinin içinden inmişti. Uzattığı eli tutmayınca yavaşça aşağı indirip kendini tanıttı.

"Merhaba. Ben Kim Taehyung."

"Merhaba. Bende Jeon Jungkook."

"Tanıştığımıza memnun oldum o zaman"

Ben hiçte memnun olmamıştım. Fakat ona yanlış bir cevap vermekten de korkuyordum. Tedirgin bir şekilde elini tekrardan bana uzattı. Fakat ben yine elini tutmadım. Hatta bu sefer bir iki adım geriledim. Çantamı tutan ellerim sıkılaşmıştı.

"Bende memnun oldum. Şey benim gitmem gerek."

Korkudan gözlerim dolmuştu. Bunu belli etmemek için hafifçe gülümsedim. Hala yavaş yavaş geriye doğru gidiyordum. Bahçe kapısından girerken sırtımı bir türlü dönüp, göz temasını kesemediğimi fark ettim.

Evet, şu an deli gibi korkuyordum. Eğer göz temasını bozarsam ve arkama dönersem bir şeyler yapacakmış gibi geliyordu. Bir anda arkamı dönüp koşmaya başladım. Kapının önüne geldiğimde bir tane koruma önümü kesti ve giremeyeceğimi söyledi. Ona ters ters bakıyordum ve burasının evim olduğunu, babamın içeride olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Fakat ya anlamıyordu ya da anlamak istemiyordu. Bana kurduğu tek cümle " eğer içeri girmek istiyorsanız patrondan izin almanız gerekli"

O adamın yanına gitmek, hele ki kendi evime girmek için ondan izin almak istemiyordum. İnat etmiştim. Er yada geç buradan gideceklerdi. Bahçeye doğru yürüdüm. Bahçesi kocaman iki katlı bir müstakil evde yaşıyorduk. Bahçenin etrafı duvarlarla kaplıydı. En köşedeki duvarın dibine oturdum. Çantamı sırtımdan çıkarıp yanıma koydum. Dizlerimi kendime çektim ve sabırla gitmelerini bekledim. Dediğim gibi er yada geç gideceklerdi..

Akşam

Şaka gibiydi! Elime aldığım telefondan saate baktığımda tam altı saattir burada oturduğumu fark ettim. Ne büyük bir şanstır ki babam da bir türlü dışarı çıkmamıştı evden. Yavaş yavaş çiseleyen yağmur yüzünden iki saattir sırılsıklam olmuştum. O kadar uykum gelmişti ki. Yarı açık gözlerimin önüne gelen gölge ile başımı kaldırmıştım.

Yağan yağmur artık tenime değmiyordu çünkü tepemde elinde şemsiye ile sabahki mafya kılıklı adam dikiliyordu. Göz göze geldiğimizde gözlerini gözlerimden ayırmadan yanıma oturdu. Şemsiyeyi bir eli ile bana doğru tutuyordu. Fakat sorun şu ki kendisi ıslanıyordu.

"Çok inatçısın"

"Öyleyimdir"

Yanlış bir cevap vermek istemediğim için kaçamak cevaplar veriyordum. Yoksa bende "Bu seni hiç ilgilendirmez mafya kılıklı tüylü yaratık bozması" demesini bilirdim.

"Neden yanıma gelmek yerine buraya oturmayı tercih ettiğini anlamıyorum."

Ne yani beni o mu çağırmıştı yanına?

"Gelmem için gerekli bir sebep göremedim"

"Evine girmek gereksiz mi"

"Hayır, gereksiz olan sizsiniz"

"Ne, anlamadım?"

Bazen içimden düşündüklerimi patavatsızca insanların yüzüne vurabiliyordum. Allah'tan tüylü yaratık demedim..

"Şey pardon öyle demek istemedim"

Şuan durmuş suratımı inceliyordu. Birşey demeden ayağı kalktı ve şemsiyeyi kucağıma bırakıp gitti. Acaba yalnış mı anlamıştı.

Bende ayağı kalktığımda bahçe kapısının oradaydı. Arkasını dönmeden "eve gir ufaklık, hasta olucaksın" dedi.

***

Evet bölüm sonuna geldik. Öncelik ile bu fici üçüncü defa yazıyorum. Yani yazdığım diğer ficleri kaldırmıştım fakat içimde de kalmıştı ne yalan söyleyeyim.

Bu yüzden tekrar farklı bir şekilde - küçük değişiklikler yaparak - yazmaya karar verdim.

Bir daha ki bölüm de görüşmek üzeri sizi seviyorum.

Tiny| TAEKOOKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin