İstanbul, 2009
Hava soğuk ve bir o kadar da sertti. Karanlık, aydınlığın tepesine çökmüştü. Evlerdeki ışıklar tek tek açılmaya başlanmış, işten eve gelen ebeveynler çocuklarına kavuşmuştu. Kuşlar artık göç vaktinin geldiğini anlayarak yuvalarını terk etmeye başlamıştı.
Böyle günlerden birinde Adile ve kardeşi Makbule sobaya soydukları mandalina kabuklarını atıyor, çıkan o mis gibi meyve kokusunu alıp gülüşüyorlardı. Her zaman meyve yemek nasip olmazdı kızlara. Ayda bir kez babalarının keyfi yerinde olduğu zaman eve girerdi meyveler.
Adile ve Makbule biten mandalinalara bakıp iç çektiler. Keşke daha fazla olsaydı da yeselerdi. Adile yavaşça kendisinden 3 yaş küçük olan kardeşinin yanağına bir buse kondurdu.
"Üzülme, Makbule. Bak Allah bizi seviyor ki bu ay da meyve yedik. Bir dahaki ay yine yeriz."
Makbule, dudağını büzerek başıyla onayladı. Ama içten içe de düşünüyordu; diğer çocuklar her gün meyve yiyorlar, o zaman Allah onları daha mı çok seviyor? Ablasına söylemek istedi ama içeriden gelen annesinin acı feryadıyla ikisi de sustu.
Adile korkuyla kardeşine döndü. Makbule de ablasından gelecek açıklamayı bekliyordu. "Makbule, yatağın altına gir. Ben de anneyle baba ne oynuyormuş ona bir bakayım, tamam mı?" Küçük kız başını salladı ve yatağın altına girdi.
Adile yavaşça bulundukları odadan çıkıp sesin geldiği yöne doğru yöneldi. Gördüğü manzara karşısında vücudu titremeye başlamıştı. Banyoda, babası kaynar suyu annesinin başından aşağı dökmüştü. Elindeki bıçak ise bu işi bir an önce bitirmek istediğini gösteriyordu.
"Ben demedim mi lan sana bana hesap sorma diye, ha? Boşu boşuna kendini öldürtüyorsun. Yazık." Adile tam bıçak saplanacakken babasının karşısına geçti. Küçük bedeniyle babasının bacağına sarıldı. Yalvarmaya başladı.
"Babacığım, ne olursun öldürme annemi. Söz, bir daha yapmayacak. Bir daha karışmayacak işine." Adam sinirle bir elindeki bıçağa bir de bacağına sımsıkı sarılan kıza baktı. Yavaşça yere eğildi. Şimdi kızıyla aynı boydaydı.
"Bak sen... demek babaya karşı geliyorsun şimdi de."
"Adile, git içeri kızım! Kardeşine sahip çık! Bir şey olmaz bana!"
"Ama anneciğim..." Adile titrek bir nefes verdi.
Kadın, eliyle kızı kenara itti. Kız ağlayarak içeri, kardeşinin yanına gitti. Makbule, en az Adile kadar korkmuş gözlerle ona bakıyordu. Ne yapacaklarını bilmez hâlde saklanırken içeriden geçenki çığlıktan daha tiz bir çığlık geldi.
Adile, son bir cesaretle kardeşi Makbule'yi alıp dışarı çıkmak istedi. Evleri tek katlı olduğundan bulundukları odadaki balkondan aşağı atlamak onlara zor gelmemişti. Minik bedenleri korkudan titrerken tüm gücüyle bağırmaya başladı.
"Yardım edin! Babam annemi öldürüyor, yardım edin!"
Makbule, ablasının elinden kurtulup komşuların kapısını çalmaya başladı. İkisi de çaresizce tüm kapıları çalıyor, seslerini duyurmaya calışıyorlardı. Fakat çaldıkları her kapı açıldıktan sonra yüzlerine geri kapanıyordu.
Bir süre daha çaresizce birilerine ulaşmaya çalıştılar. Adile, insanların onları umursamamasına deli oluyor, ağlaması şiddetleniyordu. En sonunda bir adama rastladılar. Adam hızla polisi aradı. Çığlıklar öbür sokağa kadar geliyordu. Birilerinin duymaması imkansızdı.
Adile ve Makbule oturup beklemekten başka çarelerinin olmadığını anlayınca kaldırıma oturdular. Adam çoktan gitmişti. Adile kızaran gözlerini elinin tersiyle ovuşturup esnedi. Hava çok soğuktu ve ikisi de yalınayak, gecelikleriyle dışarıdaydı.