Karanlık her tarafı sarmıştı. İşim gereği tamı tamına yirmi dört saattir uyumuyordum. Dün gece geç saatte emniyete gelip bir günlük nöbetimi tutmuştum. Bugün çok yorulmuştum ama işimi seviyordum. Dün gece fazla uykum olduğu için taksiyle gelmiştim, o yüzden arabam evde kalmıştı. Şimdi ise yine taksiye binmek zorunda kalmıştım.
Defalarca aramama rağmen hiçbir taksi durağı cevap vermiyordu. Önümden bir sürü taksi geçmişti ama biri bile durmamıştı. Deli gibi yağan yağmurun altında kalmıştım. Üniformam ıslanmıştı, ıslak siyah saçlarım alnıma yapışmıştı. Evet... o uykulu halimle bugün yağmur yağacak mı diye hava durumuna bakamamıştım. O yüzden bu kadar hazırlıksız yakalanmıştım.
Kafamı hafifçe yukarıya kaldırıp yağmur damlalarının yüzüme düşmesine izin verdim. Aniden çakan şimşek her yeri aydınlattı. Onun hemen ardından duyulan gök gürültüsü ise tüm şehri ayağa kaldıracak kadar şiddetliydi. Aslında bugün yürüyebilirdim. Yağmurda yürümeyeli uzun zaman olmuştu. Gözlerim usulca kapanırken hafifçe gülümsedim. Özgürlüğü hissedebiliyordum.
Esen rüzgar, tenime çarpan su damlaları beni huzura erdiriyordu.
Birkaç saniye içinde duran yağmurla kaşlarımı çattım. Sadece iki dakika mutlu olmak istemiştim. Kapalı gözlerimi hızla açtığımda görüş açıma siyah bir şemsiye girdi.
"Seni eve bırakabilirim Jisoo."
Yerimde hafifçe döndüğümde Yoongi'nin ıslandığını gördüm. Bana uzattığı şemsiye yüzünden şimdi kendisi ıslanıyordu. Yorgunca gülümseyip "Teşekkürler, ben kendim gideceğim." dediğimde bana doğru bir adım attı. "Lütfen, rica ediyorum."
Tek kaşımı kaldırarak "Gelirsem peşimi bırakacak mısın?" diye dalga geçtim. O ise sadece güldü.
"Sanmıyorum. Takıntılı olmak gibi kötü bir huyum var."
Elimle şemsiyesini ona ittim ve önden ilerlemeye başladım "İyi madem, belki yol boyunca seni korkutabilirim." dedim. Arkamdan minik kıkırtısını duyduğumda gülümsedim. Yoongi'nin siyah arabasına doğru yürürken başımı öne eğdim ve önüme gelen saçları elimle geriye attım.
Önümde duran arabanın kilidi açıldığında kendimi sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa attım. Emniyet kemerimi bağlayacak halim bile yoktu. Ama başıma herhangi bir sıkıntı gelmesini istemezdim. Son kalan enerjimle de kemeri yuvasına yerleştirdim. Yoongi de yanımdaki koltuğa otururken "Üniformanı bile çıkartmamışsın, bir sorun mu var? Hiç böyle dışarı çıkmamıştın." dedi. Derin bir nefes vererek konuştum.
"Çok yoruldum, şu son soruşturma beni yordu. Ayrıca bu bilgiyi bileceğin kadar üniforma giymedim, sadece nöbete kaldığım günler giyerim."
Karakolun park alanından çıktıktan sonra gaza yüklenirken "Üniforma giydiğin günleri unutur muyum hiç? Ayrıca arada olur böyle yorgunluklar. Şimdi eve gidince dinlen, miskin bir ortakla cinayet çözmek istemem." dedi. Sinirle bacağına vurup "Yah! Dava bana verilmesine rağmen sen geliyorsun. Ayrıca ne zaman miskin olduğumu gördün?" diye sorduğumda beni cevapsız bıraktı.
Miskin değildim.
Yoongi ile aynı emniyette çalışıyorduk. İkimiz de cinayet soruşturmalarına bakıyorduk, arada farklı davalarımız da oluyordu ama genelde cinayet ile ilgileniyorduk. Ben eskiden tek çalışmayı seviyordum. Yoongi bana musallat olmadan önce yani. Son bir yıldır benim davalarıma bulaşıyordu ve beni sinir ediyordu, ben de onunkilere bulaşmaya başlamıştım. Sonrasında ise ikimiz ortak olmuştuk. Aramızda tatlı bir rekabet vardı. Tabii arada benim ona uyguladığım şiddete ne kadar tatlı denilebilirse...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue Side • Yoonsoo
FanfictionJisoo ve Yoongi, bir seri katilin oyununa düşmüşlerdi. Tek kaşını kaldırarak "Gelirsem peşimi bırakacak mısın?" diye dalga geçti Jisoo. Yoongi ise sadece güldü. "Sanmıyorum. Takıntılı olmak gibi kötü bir huyum var."