Kana bulanıp, titreyen ellerime bir kez daha baktım; yere çökmüş, dizlerimin üzerinde otururken.
Neden hep böyle olmak zorunda?
Yerde cansız bir şekilde yatan adama baktım. Bir daha gözlerini açmayacaktı. Bir şey hissetmeyecekti. O artık yoktu.
"Kalk hadi, işimiz henüz bitmedi. O adamları yakalamalıyız." dedi, benim aksime her zaman koruyabildiği soğuk kanlılığı ile.
"Jay, ben..." cümlemin devamını getiremedim. Gözlerimi yerde yatan adamdan alamıyordum.
"Kalk dedim sana! Adamlar kaçıyor!" kolumdan sıkıca tutarak beni yerden hızlıca kaldırdı ve sinirli gözlerini yüzümde tuttu.
"Yapamam... Daha fazla devam edemem." dedim, dolu gözlerimle. Daha fazla ölüm görmek istemiyorum. Bunu defalarca kez söyledim.
"Devam edemez misin? Seni onlara yem ederim! Anlıyor musun beni? O adamı sen öldürmedin. Zaten düşmanını öldürsen peşinden ağlamak neye yarar? Kendine gel artık. Duygularınla hareket etmekten vazgeç!" hâlâ tuttuğu kolumu kullanarak beni itti ve yere düştüğümde, kafamı kaldırıp ona bakamadım.
Ya benim yüzümden o da ölürse? Jay'i kaybedemem...
"Ölmesine engel olabilirdim..." dedim, bakışlarım hâlâ vücudum gibi yerdeyken.
"Hayır, olamazdın. Sadece bizim ekip kaldı, gitmemiz gerek. Herkes seni bekliyor." dedi, sesinde bir heyecan vardı soğuk kanlı olmasına rağmen. Bütün o adamları yakalamak istiyor olmalıydı.
Biz, devletin beyaz kesimindeki yetkililerin oluşturduğu bir çeteydik. Düşmanlarımızsa, devletin siyah kesiminin oluşturduğu bir çeteydi. Devlet yetkililerinin kendi içerisindeki anlaşmazlıkları, bizleri vurmuştu. Bunun için eğitilmemiştik. Hele ki ben, diğerlerinin eğitildiği şey için bile eğitilmemiştim.
Jay sağa liderimizdi. Bu konuda yetenekliydi. Ben sadece, sürekli onun ayağına dolanan bir ip parçasıydım. Beni diğerleri gibi görmüyordu, onun emrindeki bir asker değildim onun için. Diğerleri ile bu kadar samimi değildi, beni hep koruyup kollardı. Ben bu beceriksizlik, bu sakarlık, bu korku ile şimdiye dek yara almadan geldiysem, Jay sayesindeydi. Olmayan abim gibiydi.
Ama sağadaydık, emirlerine uymam gerekirdi. Burada en ufak bir hataya yer yoktu. Ama ben emirlere uymamaktan çok, onu duymamazlıktan geliyordum. Bu daha da kötüydü.
Birisi saçımdan tutarak, yüzümü yanımdaki cansız bedene çevirdi. Canımın acısı, vicdan azabı ve korkularım birleşip, beni orada hıçkıra hıçkıra ağlatmaya başlamıştı.
"Bak şuna! Kalkmazsan daha çok olacak! Çünkü lider bizim yanımızda ve diğer ekipler çoktan gitti!" diye bağırdı, saçımı eline dolamış olan kişi.
"Bırak onu. Dokunma." Jay'in adeta dişlerinin arasından tıslaması ile, saçlarım serbest kalmıştı. Jay beni yerden kaldırmış, bu sefer bir şey demeden arabaya sürüklemeye başlamıştı. Arabanın kapısını açıp, beni içeri attığında "Bunu en başında yapmalıydım." dedi ve kapıyı kapatarak, sürücü koltuğuna doğru yolunu aldı.
Bu arabaya binecek olan diğer üç kişi de bindiğinde, Jay çalıştırmış olduğu arabanın gazına bastı.
Beni korkutan bir hızla, trafikte yol aldık. Her an birine çarpacağız diye diken üstündeydim.
Kandan ten rengimin seçilemediği ellerim hâlâ titriyordu. Büyük ihtimalle ruhum o tanımadığım adamın yokluğuna alışıp, bunu kabullenene kadar bu titreme devam edecek.
Gruptaki diğer ekiplerin gönderdiği konuma geldiğimizde, Jay benim arabada kalmamı ve eğilip, kendimi korumamı söyleyip, arabadan indi. Onunla beraber diğerleri de inmişti.
Silah sesleri... Onlardan başka bir şey duymuyorum. Daha önce hiç kullanmadım, denemedim. Ama buradaki herkes o gereksiz aleti kullanmayı biliyor. Neden onların arasında olduğumu bilmiyorum.
Mermilerden birinin, ön cama isabet etmesi ile cam patladı ve korkudan koltuğun arkasına saklandım. Camın sesi tamamen kesilip, dışarıdaki silah sesleri daha da netleştiğinde hızlıca yanımdaki kapıyı açtım ve arabadan çıkıp, duvarın arkasına saklandım.
Buradan gitmek istiyorum, bir an önce.
Bu benim için dayanılmaz bir şey. Yetimhanede bu tarz hikayeleri bolca dinlediğim için, oldum olası bu tarz şeyler beni korkutuyor. Ama bir yanım bunları çok seviyor. Aşıladıkları, devlete olan sıkı bağlılıktan dolayı mı?
Yaslandığım ince duvarın sarsılması ile, düşüncelerimden sıyrılarak belimdeki kullanmayı bilmediğim, yani bir işime yaramayan silaha uzandım.
Ellerim hâlâ titriyor...
"Korkma. Kimsin bilmiyorum ama ellerinin titrediğini, yansımadan görebiliyorum; yüzünü göremesemde. Sana zarar vermeyeceğim. Sadece, elindeki silahı bana ver. Kimsenin istemediği gibi, bende ölmek istemiyorum. Biliyorum, farklı kesimdeniz; sen Beyaz Kesimdensin. Bende arkadaşlarını öldürmek istemiyorum. Ama kendimi korumalıyım. Gerekirse, burada kalıp seni de korurum." dedi, ince duvarın arkasındaki kişi. Sesi çok sakindi, sanki hiç bir sorun yok gibi konuşuyordu.
Ama söyledikleri...
Silahımı ona verirsem, Jay'e zarar verebilir mi? Onu öldürebilir mi?
Tireyen ellerimle sıkıca tuttuğum silahı yavaşça yere koydum ve tek elimle, ona doğru iteledim.
"Sağol... Ölmezsek, yüzünü görmeme izin ver. Sana hayatımı borçluyum." duvarın oradan ayrıldı ve ben onun yüzünü göremeden, koşarak başka bir yöne doğru gitti.
Benim grubumdakileri öldüreceğini biliyorum ama... Bu onu da ölüme terk etmek olurdu. Zaten, istese benden zorla alabilirdi. Hiç değilse, ölmeden önce benim yararıma olmayan bir iyilik yaptım. Ne güzel, beni grupta istemeyen, bir hatam olduğunda yüzüme tüküren arkadaşlarımı öldürecek. Yeterki Jay'e bir şey olmasın...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Like A Yin-Yang ☯ Lee Heeseung (이희승)
Fanfiction"Yeni bir görevin var. Bunda da çuvallarsan, seni yaşatacaklarını sanmıyorum." dedi ve bana bir kağıt uzattı. Hızlıca göz gezdirsemde, okuduğumdan en ufak bir şey bile anlamamıştım. "Bu nedir?" diye sordum. Kağıda ve Yeonjun'a sıra ile boş boş bak...