Min Yoongi'nin karanlık evi. Burada, bu kasvetli dairenin köşelerinde, duvarlarında ve tavanında dolaşan sinekler. Yoongi'nin evi, bir zamanlar belki de sıcak ve yaşam dolu olan bu mekan, şimdi adeta bir mezar gibi. Perdeler hep kapalı, ışık sızamıyor içeri. Loş bir ampulün titrek ışığı, ya da sessizde oynayan televizyon ekranındaki yansıma, odanın köşelerinde gölgeler oynatıyor, duvarlarda asılı fotoğraf çerçeveleri toz tabakasının altında kaybolmuş, bir zamanlar gülümseyen yüzler şimdi birer hayalet gibi bakıyor Yoongi'ye. Salon, dağınıklığın ve ihmalin resmi gibi, koltukların üzerinde kirli giysiler, yerde boş yemek kutuları, masanın üzerinde açılmamış mektuplar... Hepsi bir vazgeçmişliğin, bir teslimiyetin işareti sanki. Mutfaktan gelen hafif küf kokusu, lavaboda biriken bulaşıklardan yayılıyor. Banyonun kapısı hafif aralık, içeriden nem kokusu geliyor.
Ve işte orada, bu kaosun ortasında, tekerlekli sandalyesinde oturuyor Yoongi. Saçları dağınık ve gözleri, bir zamanlar belki de ışıl ışıl olan o gözler, şimdi boş ve donuk. Sanki ruhu çekilmiş bedeninden, sadece bir kabuk kalmış geriye. Buraya nasıl geldi? Cevabı çok basit. Sıcak bir Haziran gecesi, arabanın arka koltuğunda sızmış sarhoş bir Jeon Jungkook, sürücü koltuğunda yola odaklanmış bir Min Yoongi. Kırmızı ışıkta durduğunda az önce katıldığı akşam yemeğinde sevdiği kadını erkek arkadaşıyla izlemiş olan, ancak hiçbir tepki vermeyen adam. Taehyung eğilip Jennie'nin kulağına bir şeyler fısıldarken kızın suratının birden utançla kızarmasını izlerken sadece masanın altından yumruklarını sıkabilen bir korkak.