Sahil, fotoğraf ve ay
08 Haziran
-03.25Gecenin bilmem kaçında odamda öylece penceremin önündeki yatağımda bağdaş kurmuş şekilde oturarak dışarıdaki muazzam manzarayı izliyordum.
Odanın içi fazlasıyla sıcaktı biraz serinlemek için iki pencereyi de açtım. İçeri giren serin havayla derin bir nefes aldım, bu güzeldi. Soğukluk, tenimi yalayarak geçiyordu ve bu hissi seviyordum.
Kucağımda duran tonlarca kağıt parçasıyla ne yapacağımı bilemez hâlde kalmıştım, beste yapmak zor iş değildi. Lakin bir türlü istediğim his ve zevki alamıyordum oluşturduğum parçadan. Sanki bir şey eksikti ve ben, neyin eksik olduğundan bihaberim.
Oflayarak kağıtları yatağın üzerine fırlatıp ayağa kalktım, odamdan dışarı çıktım ve merdivenlerden aşağı doğru indim. Bahçe kapısına ulaştığımda sürgülü kapıyı çekerek kendimi soğuk rüzgarın etrafta koşturduğu ortama attım.
Dışarısı içeriye göre epey bir serindi belki de ince bir hırka almalıydım yanıma ama doğrusu tekrar geri dönmeye çok üşeniyordum. Oysaki 2 adımlıktı fakat dediğim gibi üşeniyordum zaten gerek de yoktu. Hasta olacak değildim hafif esintiden.
Sokağın aşağısında boylu boyunca uzanan bir sahil bulunuyordu oraya gitmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüştüm. Vardığımda bunun ne kadar yanlış bir karar olduğunu anlamıştım. Gerçekten yavaşça bir aptala dönüşüyordum.
Sahil kesinlikle fazla esiyordu ve ben üzerimde sıfır siyah kol üstümle ve kısa siyah şortumla donuyordum.
Geri dönüşü yoktu, yarın hasta uyanacaksam bile değerdi en azından değil mi? Hava güzel ve tatlıydı oldukça hem. Rüzgar yüzünden burayı terk etmek istemiyorum...
Epey bir yol teptikten sonra yol kenarındaki ışıkları bu saatte bile yanan kafeye girdim. Hoş, küçük ve sade bir kafeydi. Ahşaptan yapılmıştı, dışarıda birkaç masada bulundurmuşlardı. Çatıdan sarkan beyaz led ışıkları vardı, giriş kapısının başında ise minik siyah renkli bir zili vardı.
İçeri girdiğimde burnuma gelen tatlı koku başımı döndürmüştü, şeker gibi kokuyordu biraz? Kafe sandığım yer aslında ufak bir bara benziyordu. Gözlerimi etrafta biraz gezdirdikten sonra her yeri ahşap olan bu barda (?) cam kenarı tarafında herhangi bir boş masayı gözüme kestirip oturdum. Yanıma benden çok uzun olmayan ve hatta belki de benimle aynı yaş ya da yakın olan birisi gelmişti. Üzerine giydiği beyaz polo gömleği oldukça dardı ve kasları epey belli oluyordu, altında ise krem renginde kargo bir şortu vardı. Başında ise yine beyaz tonlarında bir şapkası vardı.
Sevimli bir gülüşü vardı, gülümsedikçe gözleri kısılıyordu daha çok sanki. Elindeki siyah kapaklı not defteri ve kalemle siparişimi almaya gelmiş olmalıydı. Yaka kartında ismi...Bang Chan yazıyordu. Gözlüğümü almadan çıktığım için kısarak okumak zorunda kalmıştım. "Chan ben. Bang Chan."
Sesi...O kadar güzeldi ki.
"Ah Minho, Lee Minho."
Yanlış anlamaması için kendisini süzmeyi bırakarak kendimi tanıttım elimi uzatıp. Elimi büyük bir memnuniyetle sıkarak olabildiğince gülümsemesini genişletti. "Memnun oldum Minho! Bu saatte uyumayıp burada olduğuna göre, canın mı sıkkın?"
Yani yalan söyleyemeyecektim, canım oldukça sıkkındı beste nedeniyle. "Eh biraz, peki burası neden hâlâ açık?"
Chan etrafa bakıp gülümsedi. "Çünkü biz gece ve gündüz olmak üzere, 24 saat açık hizmet veriyoruz. Ben daha çok gece vardiyasına kalıyorum, kuzenim gündüz vardiyasına geçiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aყ Işığı Soᥒᥲtı┊𝐌𝐢𝐧𝐜𝐡𝐚𝐧
Фанфик'Tüm ay'ın ışığını çalmış gibi parlıyordu orada öylece' |oneshot|