O gün aklımdan ne geçiyordu bilemiyorum, işin yorucu temposundan boğulmuş gibi hissediyordum. Farklı bir şeyler görmek istiyordum, eksik, yarım belirsiz bir ruh gibiydim sanki. Hayatımın yazıldığı o kitabın sayfaları kuruyordu adeta, yorgunluktan ve küçüklüğümden beri anlam veremediğim bir pişmanlık vardı yüreğimde lakin o gün sanki o boşlukta bir kıvılcım çaktı ve ne olduğunu bile bilmediğim bilinmeyen sayfalarımı yakıp küle çevirdi.
Bitap düşmüş vücudumla, normal günlük işlerini halleden adeta robotlaşmış insanların arasında kendime gelmeye çalışıyordum. Aniden gözüme küçük bir antika dükkanı takıldı, vitrininde içimdeki yanıp küle çevrilmiş olan sayfaların küllerini dürten bir yazı asılıydı: "Belki de ruhunun geri kalanını geçmişte kaybetmişsindir sen. Geçmiş acımasızlığının cezası olarak bakiliğini ve belirsizliğiyle seni mahkuma çevirmeyi ant içmiştir."
Yazıyı okur okumaz bulunduğum yerde dona kaldım, elimdeki şemsiyemi gerginlikle ve merakla sallarken saçma olduğunu düşünsem bile o küçük antika dükkanına adımımı attım. Kapıyı açtığımda eskiden kullanılan huzurlu bir kuşu öten bir zil çaldı, kendimi tutamayıp gülümsedim. Gözlerimi etrafta dikkatlice gezdirirken, masaya kollarını birleştirmiş gazete okuyan yaşlı adamı fark ettim.
Benim içeride olduğumu fark edince gözlüklerini düzeltip gülümsedi ve nazik bir sesle "Hoş geldiniz hanımefendi." dedi. Gülümserken çiselen yağmurun nemli havasından dolayı dağılan saçlarımı düzeltmeye çalışıyordum. Ardından yaşlı adam, nazik ve saygı dolu tonla "Aradığınız belirli bir şey var mı?" diye sordu, gülümsem nedense aniden soldu ve çekingen bir tavırla duvarda 1940'lardan kalma asılı olan bir tabloya gözlerimi diktim kısık bir sesle "Ruhumun geri kalanını arıyorum sanırım." dedim.
Yaşlı adam şaşırtıcı bir anlayışla başını salladı, iç çekerken lafa girdi "Anlaşılan senin ruhunun geri kalanı geçmişte bir yere sıkışıp kalmış." Ardından sakince cümlesini devam etti. "Endişelenmenize gerek yok, doğru yere gelmiş olduğunuzu söyleyebilirim."
Gözlerimi tablodan çektim ve adamın anlayışlı huzur dolu yüzüne baktım, yorgunlukla "Nereden biliyorsunuz? Açıkçası ben bile neden buraya geldiğimi bilmiyorum, ben böyle biri değilim New York'ta gördüğü eskilerde kalan anıları biriktiren bir yere düşünmeden giren türden biri."
Yaşlı adam anlayışlı bakışlarla beni süzdü ardından arkasını dönüp dükkanında bir şeyler aramaya başlarken. "Düşünmediğiniz konusuna katılamayacağım, geçmişte süzülen anılar düşünülmeden var olamazlar." Ardından aradığı şeyi bulduğundan kaşlarını yukarı kaldırıp çalışmayan antika bir cep saati çıkardı ve ellerime uzattı. Kafası karışmış bakışlarla bakarken "Ah üzgünüm, beni yanlış anladınız...
Ben gerçekten buraya neden geldiğimi bilmiyorum, bir şey satın almaya gelmedim." dedim mahcup olmuş bir sesle. Yaşlı adam yine anlayışlı bakışlarını ve gülümsemesini sürdürürken "Hayır hanımefendi, sizi tam olarak doğru anladım. Beni yanlış anlayan sizsiniz... Bu saat benden size hediye, belki de donmuş bir zamana bakarken kaybolan ruhunuzun anılarını geri kazanabilirsiniz" dedi gizemli ve sadık sesle.
Aslında afallamıştım, kafam karışmıştı, neden New York'ta olan küçük ve alakam dahi olmayan antika dükkanına girdiğimi ve kim olduğunu bile bilmediğim bu yaşlı ama nazik insandan çalışmayan bir saat aldığımı bilmiyorum. Lakin aldım. Hatta adamın söylediği gibi bu sefer düşündüğümün bilincinde olarak aldım. Çünkü evet o haklıydı, geçmişte süzülen anılar düşünülmeden var olamazlardı.
Bilinmezliğe karışmış olsalar bile...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Durmuş Zamanın Gerçekleri
Short Story"Belki de ruhunun geri kalanını geçmişte kaybetmişsindir sen. Geçmiş acımasızlığının cezası olarak bakiliğini ve belirsizliğiyle seni mahkuma çevirmeyi ant içmiştir."