Vminkook kurgusu yazıyorum çok gerici mfnsmncdögnöd
Jimin'i yazarken doğamdan ilham aldım-
Neysem hadi siz şıpıdık okuyup yorumcuklar yazın ben de evi toplayayım muaaah
**
"Nereye gidiyorsun?!"
"Gidiyorum!"
Jungkook, giydiği siyah renkteki bol ceketin ceplerine ellerini soktu ve arkasından bakan sevgilisini umursamadan hızlı adımlarla yürümeye başladı. Dudağının kenarı -hüzünle- kıvrılmış, gözleri inceden dolmaya başlamıştı. Hâlâ daha kendisinden ödün vermeyen sevgilisine inanamıyordu, peşinden bile gelmemişti. Sonradan seslendiği şeylere kulak asmadı ve adımlarını serileştirip sağ taraftaki sokağa saptı.
Taehyung, ona söylemişti. Onu uyarmıştı. Her şeyi şeyi göze alacağını iddia etmişti Jungkook için. Fakat konu gururu olunca, sadece ve sadece kendisini düşüneceğini açık açık söylemişti. Eğer bir kavgada haklı olduğunu düşünüyorsa asla alttan almazdı. Jungkook'u delicesine sevse bile eğer işin ucunda onuru varsa, önce kendisini düşünürdü. Bunları aynen söylemişti iki sene önce, harfi harfine. Jungkook ise onun dalga geçtiğini veya en azından kavga büyümeden alttan almayacak kadar öküz olmadığını düşünmüş, sevgili olmaları için ilk adımı atmıştı.
Ne de yanılmıştı.
Taehyung gerçekten de dediği gibi bir insandı. Bir kez olsun özür dilememişti Jungkook'tan, koskoca iki yıl boyunca. Başlarda sürekli alttan alan çocuk, artık sabrı kalmamış gibi en ufak tartışmada arkasını dönüp gitmeye başlamıştı. Ve Taehyung, tıpkı şimdi de olduğu gibi, bir kerecik bile peşinden gelmemişti. Ona bunun gurur yapmak olmadığını anlatamıyordu Jungkook. Taehyung her zaman kendi bildiğini okuyordu.
Gözyaşları birer inci tanesi gibi yanaklarında kaymaya başlarken gerçekten yorulduğunu hissetmişti. Yeterince uzaklaştığına kanaat getirince sağında kalan duvarın dibine çöktü, sırtını soğuk betona yaslayıp bir bacağını öne uzattı ve kafasını geriye atarak gözlerini kapattı.
Taehyung'un bu tavırlarından bıkmış usanmıştı. Yıllarca onun ile aynı evde yaşasa başka hiçbir şeyinden bir an olsun şikayet etmezdi ama şu saçma gurur takıntısı onu delirtiyordu. Ha, bir de başındaki binbir türlü bela vardı tabii. Ne de olsa Tae, narsist derecede çocuk ruhlu bir mafyaydı. Herkese, her şeyden habersiz bir kenarda şekerini yiyen çocuktan kapısının önünde top oynayan veletlere kızan amcaya kadar, bulaşma potansiyeline sahipti. Eh, önünde yüzlerce birbirinden şerefsiz mafya olunca çoluk çocuğa pek de zamanı kalmıyordu gerçi.
Olan ise yine Jungkook'a oluyordu.
Şu iki yılda tam dört kez kaçırılmış, sıyrık almadan kurtulmuştu. Her ne kadar narsist bir manyak da olsa güçlüydü sevgilisi. Eli kolu uzundu, zengindi. Emri altındaki adamların sayısı o kadar fazlaydı ki onlarla bir ordu bile kurabilirdi.
Şöyle bir düşününce, belki de ayrılmalıydı Jeongguk.
Fakat daha düşüncesi bile boğazını düğümlüyorken bunu yapamazdı.
Sesli bir nefes verdi. Gözlerini açtığında tam da dibinde oturmuş, kocaman gözlerle kendisine bakan bir çocuk görmeyi beklemiyordu. Boğazından istemsiz bir çığlık kaçmıştı. Onun attığı çığlık çocuğun tiz sesine karışırken ikisi de birbirlerinden uzaklaşmaya çalıştılar. Dışarıdan çok komik görünüyorlardı, bundan bihaber bir şekilde çatık kaşlarıyla birbirlerine baktılar.
"Kimsin sen?" Jungkook'un sert sesine aynı tonlamayla cevap vermeye çalıştı çocuk.
"Benim adım Jimin! Senin ismin ne?"