08.20
08.23
08.25
Sonunda.
Trenin çığlık vari sesi yavaşça vagona yaklaşırken parmaklarımı elimde tuttuğum kitabın yanına vurup duruyordum. Geç kaldım. Yine geç kaldım. Kulaklığımda geceden ayarladığım alternatif müzik listesi dönüp duruyordu ben gergin bir şekilde trenin gelmesini beklerken. Sesi yakına geldikçe insanlar kapı ağızlarına yanaşmaya devam ediyorlardı. Hayır biletli trende bunu niye yapıyorlar ki diye sorup dururken kendi kendime, fren sesiyle birlikte duran trenden yolcular indi. Köşedeki banklarda oturuyordum, oradan onları izledim, her zaman ki gibi. İnsanlar yine koşarak birbirlerinin yüzlerine dahi bakmadan ilerliyorlardı. Ben seviyordum. İnsanları izlemeyi..Yüzlerine bakmayı, suratlarından şuan hangi ruh halinde olduklarını anlamaya çalışmayı.
Telefonla konuşuyor, sinirli. Çalışanı? Karısı? Erkek kardeşi? Kime kızıyor acaba. Diğer vagondan çocuğuyla inen kadın yüksek topuklu iyi giyinimli bayan, çocuğunun üstünü başını düzeltip duruyor. Güzel gözükmeye çalışıyor. Kocası mı almaya gelecek? Yada misafirliğe mi gidiyorlar? Aynı benim gibi kulaklığı ve ders kitaplarıyla vagondan inen 20lerindeki çocuk saatine bakarak koşuşturuyor. Bunu tahmin etmesi kolay. Derse geç kalmış. Kendi kendime hafifçe gülümsüyorum çünkü yaklaşık 2 saat sonra son durakta beni görenlerde aynen bu şekilde düşünecekler.
Çok sık trenle okula gidip geldiğimden bazen trende karşımda oturan kişinin mesleğini hayatını tahmin ederdim kendimce. Neler yaşamış olabilir, evli mi? Çocukları var mı? Borçları, istekleri, hayal kırıklıkları? Üstünden başından insanlar hakkında az da olsa bilgi sahibi olunabiliyor aslında bir çok kere haklı çıktığımdan biliyorum. Fakat insanlar kendileriyle o kadar meşgullerki etraflarında akıp giden hayatları, insanları tırnaklarının ucu kadar önemsemiyorlar. Bende çok duyarlı birisi miyim? Hayır. Ama en azından insanların yanlarından geçerken kafamı kuma gömmece oynamayacak kadar izliyorum etrafı. Karşıma oturan adam bu kez takım elbiseli muhtemel ofis çalışanı, yüzüğü var, muhtemelen evli. Ve uykusu var. Vagonun yüzde sekseni gibi. Hafifçe gülümsüyorum kibarlık olsun diye. Yalandan yarım ağız gülüp telefonuna gömülüyor tekrar.
4-5 sene önceki nispeten daha genç ben. O zamanlar şuan kınadığım kendisiyle aşırı meşgul kimseyi önemsemeyen bencil makinelerden biriydim. Kendini önemli zannetme hastalığına yakalanmış, sefil ruhunu boş işlerle oyalayan..
Belki büyümek belki yaşananlar..Adına ne derseniz.
Herkes hata yapar değil mi?
Önceden arkadaşlık kisvesi altında birbirimizi oyalamayla çok meşgul olsakta, tamamen duygusuz bir makine de değildim. Onlar, gamsızlık sanıyorlar, umarsızlık sanıyorlar. Çoğu kişi halimi bilmeden çok sakin olduğumu nasıl bu kadar gamsız, tasasız hayatımı devam ettirdiğimi soruyor. Anlatmıyorum kendimi, eskiden ne kadar çok şeyi içime attığımı..Anlatmıyorum, bilmiyorlar. Eskiden çığlık atmak istediklerim içimde yankı yaparken avuç içlerime tırnaklarımla bi keresinde kanatana kadar sıktığımı..
Bilmesinler.
Camdan dışarıyı izlerken, gözlerim birbiri ardına geçip giden ağaçlara takılıp duruyordu ve neredeyse başımı döndürüyordu. Kafamı silkeleyip hem zihnimi hemde gözlerimi başka tarafa çeviriyorum. Yol üzerindeki az sayıdaki duraklardan birine geldiğimizin habercisi olan duyuru yapılıyordu. Saatime bakıyorum.
09.00
Asla yetişemeyeceğim. Bu kaçıncı devamsızlıktı? Yaz bile gelmeden devamsızlıktan kalmasam iyiydi. Neyse..Ölüm yok ya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanıdık Yabancı
Fanfiction3009 kelime; oneshot prologue // burada yağmur yağıyor ama sen, şemsiyeni almadan gel yine de.. özletiyor bu çılgın sağanak seni, sırılsıklam özletiyor biliyor musun?