[RÜYA]
Nastya hiç bilmediği bir sokakta yürüyordu. Güneş doğmak üzereydi. Üstünde kalın ve en sevdiği pelerini olmasına rağmen üşüyordu. Kollarını kavuşturup ısınmaya çalıştı. Güneş en tepeye kadar geldiğinde etrafında çiçekler görmeye başladı. Güneşin ısıttığını biliyordu ama üşüyordu. Yüzü buz kesmişti. Yeni açıldığını gördüğü bir kafeye attı kendini. İnsanların garip bakışları arasında en sıcak olacağını düşündüğü masaya doğru ilerledi. Muggleların böyle bakmasına alışıktı. Normalde sihir bakanın eşi olarak ve Mugglelarla yaşamaya alışık biri olarak normalde dikkat ederdi ama son zamanlarda dikkatsizliği üzerindeydi. Ancak bu sefer bir şeyler farklı gibiydi. İnsanlar bakıp tekrar işlerine dönmüyordu. Sanki ne yapsa yapsın onu takip ediyorlardı. Bakış açısına girdiği her insan odaklanmış gibi ona bakıyordu. Şaşıran ve korkan Nastya kafeden çıkmaya çalıştı. Oturduğu masadan kalkıp kapıya doğru ilerlediğinde bir şeylerin onu rahatsız ettiğini farketti. Etrafında ses yoktu. Anladığı anda duraksadı. Elini kapının koluna koyduğunda kafasını kaldırıp etrafı dinlemeye çalıştı. Hiç ses yoktu. İnsanalrın hareketlerinin sesi yoktu. Nefes alışverişlerinin, konuşmalarının sesi yoktu. Kafenin mutfağı olarak tahmin ettiği yerden sesler gelmiyordu. Kapının kilitli olduğunu farkedince pelerininin kolundan yavaşça uzattığı asasıyla "Alohomora" diyerek kapıyı açtı. Muggle kilitleri böylece açılabiliyordu işte. Çıktığında bir kaç adım ilerisinde ağaçlık bir alan gördü. Koşarak kendini bulacağını düşündüğü yere gitti. Doğaya. Parkın kapısını açıp ağaçların arasında koşmaya başladı. Hala ses duymuyordu. Ağaçlar nefes almıyordu. Sallanmalarının sesi yoktu. O an Nastya tekrar farketti. O kadar rüzgara rağmen tek yaprak dahi kımıldamıyordu. İçi ürperdi. Bu orman yaşamıyordu. Etrafına baktı bir değişiklik aradı. Hiç bir şey bulamadı. Doğa ana nefes almıyordu. Bitkiler, ağaçlar, canlılar yaşamıyordu. Hepsi heykel gibiydi. Nastya'nın kalbi sıkışmaya başladı.
Aniden kara bulutların güneşi kapattığını gördü. Uzaklardan kırmızı dumanlar geliyordu. Ateş sonunda onlara ulaştığında Nastya bir anda duymaya başladı. Ağaçlar. Ağaçlar bağırıyordu. Çığlık çığlığa yanıyorlardı. Nastya yere çökmüş elleriyle kulaklarını kapatmıştı. Dayanamıyordu. Ağaçların acı dolu çığlıkları çok korkunçtu. Ağaçlar yanıyor ama kavrulmuyordu. Acı çekiyorlar ama zarar görmüyorlardı. Bu kara büyü işaretiydi. Doğa ana can çekişiyor Nastya eli kolu bağlı yere çökmüş oturuyordu. Nastya uzaklardan birinin ona yaklaştığını gördü. Sarı saçlarıyla ışık gibi yaklaşıyordu. Gelen çocukluk arkadaşıydı. Yardım için seslendi. "Luna! Lütfen yardım et! Lunaa!" Kadın sesleri duymuş ama ona adeta böcek gibi bakmıştı. Yüzünde son derece çirkin bir gülümseme vardı. Önce ağaçlara baktı sonra derin bir nefes aldı. Ardından sarı saçlarını savurup parktan çıktı. Nastya çıldırmak üzereydi. Kendine gelmeye, ayağa kalkmaya çalıştı. Asasını çıkarttı. Yangın için büyü yapmaya başladı. Zorlanıyordu. Giderek ağaçların üzerinde aşina olduğu yüzler görmeye başladı. Annesi ve babası. Kardeşi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Asasının ucundan çıkan ışık huzmesi bir an kayboldu. Kaiya'yı gördü sonra. Tüm gücüyle tekrar denedi. En son gördüğü yüz eşinin yüzüydü. Alucard ona bakıyordu. Asasından çatlama sesleri duydu. Yere yığıldı. Asayı iki eliyle tutmaya başladı ama gücü tükeniyordu. Dizlerinin üstüne çöktü. Daha fazla dayanamadı. Asası ellerinden kayıp gitmişti.
[GERÇEK]
Uyandığında ter içindeydi. Son derece korkmuştu. Gördüklerinin etkisiyle cama koştu. Karanlık ormanda ağaçlar uykudaydı. Kafasını iki yana sallayıp geri yatağına gitti ve oturdu. Duygularını bastırmak artık onu zorluyordu. Alucard'ı çok özlemişti. Kaiya'nın hali onu üzüyordu. Kendi babasını hatırlıyordu. Gözlerinden yaşlarından süzülüyordu. Tekrar yatağına yattı. Uyumaya çalıştı. Yorgunluktan sızdı.