"Hoş geldin Hoseok!" dedi bembeyaz ellerini karşısındaki çocuğun yanağına koyan oğlan.
Yanağındaki eli çektikten sonra derin bir nefes alıp konuştu Hoseok.
"Hep ben geliyorum Yoongi sen ne zaman geleceksin? Sadece rüyalarda mı buluşabileceğiz seninle? Bir kere olsun gerçek hayatta görsem seni... Bir kere olsun gerçekten dokunsam sana... Hep rüyalarımda mı öpeceksin beni? Neden böyle yapıyorsun? Eğer seni gerçek hayatta sevemeyeceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun Yoongi. Aylardır sadece rüyalarımda gördüğüm biri olmana rağmen tahmin edebileceğinden daha çok bağlandım ben sana. Her gün sadece senin için uyuyorum. Derste, evde, kütüphanede... Tüm günlerimin çoğu uyuyarak geçiyor. Sırf senin için yapıyorum bunu. Ben normalde uyumayı sevmezdim ki. Ama sen varsan rüyalarımda en sevdiğim şey olur uyku. Ben sana bu kadar değer verirken niye böyle yapıyorsun?"Aylardır rüyasında sadece Min Yoongi'yi görürdü. İlk başta önemsemedi. Fakat geceler geçip gittikçe farkına varmadan yalnızca uykusunda görebildiği çocuğa gittikçe kapılıyordu. Hayatını uykusunda yaşamaya başlamıştı Jung Hoseok. Gerçek hayattan tamamen kopmuş sadece rüyalarına bağlanmıştı. Bazen uyku hapları bile alırdı daha fazla görebilmek için Yoongi'yi. Beraber bir sürü şey yaparlardı Hoseok'un düşlerinde. Çok güzel anılar biriktirmişlerdi geceler boyu. Gitmedikleri yer yapmadıkları şey kalmamıştı. Gün geçtikçe sadece gece değil günün büyük bir bölümünü kaplamaya başlamıştı. Sınav senesinde olmasına rağmen okuldan iyice kopmuştu Hoseok. Derslerin neredeyse hepsinde uyumaya başlamıştı. Uykuya bağımlı hale gelmişti. Min Yoongi'ye bağımlı hale gelmişti.
"Anlamıyorsun. Gelebilseydim gelirdim diyorum sana." sesini yükselterek konuşmuştu düş oğlan.
Onun hakkında konuşacak olursak Hoseok onu çok iyi tanırdı. Boşuna vakit geçirmiyorlardı ya? Ancak bilmediği bir şey vardı. Rüyalarını süsleyen çocuk on yıl önce gerçek hayattan göçmüştü. İstese de gelemezdi ki onu düşleyen çocuğun rüya alemi dışında bir yere. Hoseok ona her ısrar ettiğinde gelemeyeceğini söylerdi lakin boşunaydı. Yalancı olduğunu düşünüyordu uykuya bağımlı olan çocuk. Öldüğünü bilse böyle düşünmezdi. Yoongi yine de söyleyemiyordu. Sekiz yaşındayken bir parkta görmüşlerdi birbirlerini ilk defa. Oldukça küçüklerdi. Yoongi o zamanlar parktaki çimenliklerden kopardığı papatyaları Hoseok'a verirdi. Hoseok'un da bir papatyadan farkı yoktu onun gözünde. Annesini zar zor ikna eder koşarak parka gelirdi her gün. Papatyasını görebilmek için. İyi anlaşırlardı. Hoseok'un en iyi oyun arkadaşlarından biri sayılırdı Yoongi. Yoongi içinse durum oyun arkadaşından daha özeldi. Hoseok'a hayrandı. Büyüdüklerinde beraber yaşayacaklarına emindi. Ama olmadı.
Parka yine koşarak gidiyordu o gün. Her zamanki heyecanıyla sabırsızca ilerliyordu yollarda. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle. Oğlunun bu hızlı koşuşuna annesiyse arkasından yetişmeye çalışıyordu. Yoongi heyecanı yüzünden fazla dikkatsizdi galiba. Yoldan dikkatli geçemeyecek kadar dikkatsizdi. Onun koşuşundan daha hızlı gelen arabayı fark edemeyecek kadar dikkatsizdi.
Hoseok o gün çok ağladı. Oyun arkadaşının artık onu sevmediğini ve başka bir parkta yeni arkadaşlarıyla oynadığını düşündü. Nereden bilebilirdi ki Yoongi'nin kendisiyle oynamak için gelmeye çalışırken hayata veda etmek zorunda kaldığını?
Hayat böyle acımasızdı işte. Yoongi de hayattan alamadığını rüyalarda aramayı seçti yıllar sonra...
"Anlat o zaman! Neden gelemiyorsun?" çaresizce bağırıyordu karşısındaki çocuğa. Lütfen der gibiydi gözleri.
"Papatya... Papatyaları sever misin Hoseok?"
gözleriyle papatya çocuğun gözlerinin en derinlerine baktı."Ne?" anlamamıştı Yoongi'nin imasını.
"Yoongi! Nereye kayboldun!""YOONGİ! YOONGİ!"
uykusundan kan ter içerisinde uyandı. Hızla etrafına bakınıyor yine gözleri düşlerindeki oğlanı arıyordu."Jung Hoseok! Müdürün odasına!"
Anlaşılan yine derste uyumuştu. Eşyalarını toplayıp sınıftan çıktı. Müdürün odasına gitmeyecekti. Uğraşamazdı. Okulu asmaya karar verdi zaten okuldayken de pek bir farkı olmuyordu.
Okuldan çıktığında derin bir nefes aldı. Baharın ağaçlara getirmiş olduğu çiçeklerin kokusunu içine çekti. Uyumak istiyordu. Her an istediği gibi. Yoongi neden ortadan kaybolmuştu? Daha önce rüyasında kaybolmazdı Hoseok uyanmadıkça. Konuşmaları lazımdı.
Yolda yürürken gözü evine yakın olan parktaki papatyalara kaydı. Çok güzel gözüküyorlardı. Sevmemesi mümkün değildi ki. Çantasını sırtından çıkarıp çimenlere papatyaların ortasına oturdu. Bir tanesini koparıp gözlerini kapayarak kokusunu içine çekti. Huzur buluyordu sanki. Yoongi ona niye papatyaları sevip sevmediğini sormuş olabilirdi ki? Düşündü, düşündü, düşündü... Parkta oynayan çocukların sesi kulağına dolduğundaysa aradığı cevaba ulaştı. Sekiz yaşındayken parkta oynadığı o çocuk. Her gün ona bu parktaki papatyalardan veren o çocuk.
Min Yoongi o olabilir miydi?
Aceleyle çantasındaki telefonunu çıkardı. Rehbere girdiğinde en başta çıkan annesini aradı.
"ANNE!"
"Efendim oğlum bir şey mi oldu?"
"Küçükken parkta oynadığım çocuğu hatırlıyor musun?"
Normal bir çocuk olsa annesi tabi ki hatırlamazdı. Ama ölümünden sonra unutması imkansızdı.
"Üzgünüm Hoseok. Küçüktün diye söyleyememiştim sana."
"Ne? Neyi söyleyememiştin anne?" gözleri dolmaya başlamıştı.
"Yoongi öldü oğlum. On yıl önce."
Telefonu kapayıp çimenlerin üzerine fırlattı. On yıl önce ölmüş birine mi aşık olmuştu? Aylardır rüyasında ölmüş birini mi görüyordu? Elinde değildi. Hala uyumak istiyordu. Gerçekleri öğrenmiş olsa bile hala uyumak istiyordu. Yoongi'yi görmeyi çok istiyordu. Her şeyden çok...
Fakat sıkılmıştı da. Sürekli uyumak zorunda olmaktan. Uykuya dalmaya çalışmak zorluyordu Hoseok'u. Uyandığı zaman da boşluğa düştüğünü hissediyordu. Bağımlılığından kurtulması imkansız hale gelmişti.
Belki hiç uyanmamak üzere uyursa...
Sonsuza kadar uyursa işler değişirdi.Yoongi'yle beraber mutlu olabilirdi o zaman. Sonsuz bir uyku her şeyin çözümüydü belki de.
Çantasından haplarını çıkardı. Avcuna sığdırabildiği kadar döktü eline kutudan. Bir daha uyanmama isteğiyle de yuttu hepsini. Papatyalarla dolu çimenin üstüne uzandı ardından. Kollarını iki yana açıp papatya kokusunu içine çekerek gökyüzünü izlemeye başladı. Gözleri kapanmadan önce duyduğu son şey ise parkta oynayan bir çocuğun bağırışı olmuştu.
"Şu abiye bakın! Papatyaların arasında yatıyor. Hiçbir farkı yok papatyalardan onlara çok benziyor. Papatya abi!"
Gülümsedi ve gözlerini kapattı sıkıca. Bir daha da açmadı. Sonsuz uykusuna dalmış oldu böylece. Mutluydu. Sonsuz rüyasında sevdiği çocuğa kavuşacaktı.
"Hoş geldin Hoseok!"
...
Saat 04.30
Ve benim aklıma gelen kurgu
Yazmadan duramadım❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
eternal dream - sope one shot
Fanfictiontek bölüm hoseok her gün rüyasında gördüğü adama farkına varmadan kapılmıştı. peki o gerçek miydi?