ꕥ1ꕥ

394 29 17
                                    

Ben Park Jimin. Bir zamanlar insanların hoşnutsuz ve tiksinen bakışlarının ev sahipliği yaptığı o melezim ben. Her ne kadar aksi iddia edilirse edilsin, türler arası ilişkiler hiçbir zaman hoş karşılanmadı bu toplumda. Tıpkı onlardan dünyaya gelen melezlere yapıldığı gibi, bana yapıldığı gibi.

Vincent Laura, kralın gayri meşru prensesi... Bir kaçak. Aydan daha beyaza bulanmış teni ve saçları, Albino bir dişi aslan. İşte o benim annem. Ayın güzelliğinin yeryüzüne inişi o.

Park Miseo, Ordudan sürülen güzel ve güçlü savaşçı... Bir komutan. Geceyi andırır saçının siyahı, karakterindeki sakinlik; Dişi bir kurt. İşte o da benim babam. Gecenin asaletinin yeryüzüyle buluşması o.

Nasıl mı karşılaştılar? Gece nöbetinizde topraklara kaçak giren başka bir tür düşünün. İşte o benim annemdi. Kimsenin gözlerini alamayacağı dünyalar güzeli omega. Bir daha onunki kadar güzel bir yüz göremeyecek olmak; en büyük lanet, üstümdeki. Babamsa erkek alfaları bile dize getiren bir dişi alfayken, anneme diz çökmüştü; İlk yenilgisini böyle, aşkına karşı almıştı. Aralarındaki tutku; bir su, bir hava kadar hayatiydi. Mühürle sonuçlanan ilişkileri babamı işinden etmeye yetmişti, Benim doğumumsa ailemi kasabadan sürülmeye. Kendimi suçlu hissettirirdi bu bana hep, sanki hataymışım gibi gelirdi...

Çocukluğumun kötü geçtiğini söyleyemem. Geçim sıkıntıları elbette yaşadık ama mutluluğum hiç eksik olmadı o zamanlar, ta ki savaşa kadar. Açıkçası savaş zordu, zordu fakat aklımın yeni ermeye başladığı zamanlardı ve anlamıştım canımın, hayatın, ailemin değerini.

Benim için asıl zor olan, bunca yıldır zoruma gidip de zoruma gitmeyi hiç kesmeyen şey; aileme sebep oluşumdu. Annemi beyazlar içinde kana bulanmış görüşüm... Babamın beni koruma çabası... Haykırışlarım... Benim için asıl zoru buydu.

Yaşıyor olup olmadıklarından bir haber olmak... Bu gerçekten acı veriyordu.

Askerlerin yuvamızı harabeye çevirdiği dakikalar yıllar gibiydi. Annemin narin tenine inen kılıçlar, babamın beni arkasına alıp kılıç darbelerini savurma çabası ve anneme bakışları...

"Gelme... Git... Miseo... Oğlumuz..."

Nasıl titrek ve cansızdı bağırmaya çalışan sesi... Göz yaşlarımdan bulanık görünen cehennem kargaşası...

İki asker yakalayıvermişti bu sefer beni, kaçmaya yeltenemeden. Tepindim, isyan ettim beni götürürlerken; ailemi bir daha görmemek üzere geride bırakırken. Hiç unutmam, unutamam o vahşet anının görüntüsünü. Kutsal bir metin gibi hafızama yerleşmiş durur, istesem de silip atamam.

Yol boyu direndim. Hiç vaz geçemedim onlara dönme umudumdan.

"Bırakın beni!.. Bırakın gideyim..."

Haykırışlarımın yalvarışlara dönüştüğü andı o an. Yaşadıklarımı kaldırabilecek kadar büyük değildim ama beni büyüten de tüm bu yaşadıklarım değil miydi zaten?

Haykırışlarım, yalvarışlarım... Çoktan çıkmıştık o lanet herifin huzuruna. Kral olmayı hak etmeyecek kadar soysuz adamın karşısına...

"Annemi istiyorum! Babamı istiyorum! Bırakın beni!"

Son kez direniyordum... Bacağıma ağır bir darbe inmişti o an ve dizlerim sert zeminle buluşmuştu. Canım çok fazla acıyordu, hem fiziksel hem ruhsal olarak acıyordum ben.

Güçlü bir el çevreledi çenemi ve başımı kaldırdı zorla. Gözlerim ağlamaktan dolayı çoktan şişmişti ve acıdan sonra, şimdi daha ıslaktı. Hiçbir şey göremiyordum. Etraf iğrenç ve ağır kokuyordu, o zamanlar bunun feromon olduğunu bilmiyordum.

"Bana Bak!"

İrkildiğimi ve askerlerin omuzlarımdaki ellerini sıkarak beni daha çok yere bastırdıklarını hatırlıyorum. Korkuyla gözlerimi kırpıştırmıştım hayatımın katiline karşı.

"Kes!"

Öylesine korkmuştum ki kendimi susturabilmek adına dudaklarımı ısırdım o an. Göz yaşlarım sessizce akıyordu yanaklarımdan, hıçkırıklarım düğümlüyordu boğazımı. Öyle bir büyüyordu ki içimde, korku ve yalnızlık; aklımı yitirtecekti bana.

Annem ve babam şimdi yanımda olsa derdim. Beni korusa, kollasa, sarılsa... Beni kurtarsa... Hiç böyle bir acı hissetmemiştim daha önce. Hala da en acısıdır. Kurtulduklarını, hayatta olduklarını umdum; Tanrı'ya dualar ettim içimden. Gelip beni kurtaracaklarına inandım çocuk aklımla.

"Annende babanda yok senin!"

Yüzüme doğru bağırışı kulaklarımı sağır edecekti sanki. O yaşta bir çocuktan ne istediğini hala anlamış değilim. Devam etti ses tonunu düşürerek.

"Bunu o küçük aklına sok."

Dayanamamıştım o an daha fazla. Çıkışıverdim, koskoca krala kafa tuttum. Çocuk aklı belki deli cesareti...

"Babam beni kurtaracak! Sana ders-"

Bir ses yankılandı bulunduğumuz yerde. Acı bir ses... Yüzümü yakan tokadın sesiydi bu. Bu bana yapılan haksızlığın sesiydi. Nedendi? Bunu çok daha sonra öğrenecektim elbet...

Isırmaktan kan akışı kesilmiş ve beyazlamış dudağımı dişlerimin arasından serbest bıraktım. Daha doğrusu, daha fazla tutamadım boğazımı düğümleyen hıçkırıklarımı.

"Anne... Baba... neredesiniz?"

Ağlayışlarımın arasında dökülmüştü dudaklarımdan, bu sessiz fısıltılar. İncinmiştim. Hem yavru olan bedenim hem de küçük kalbim, ruhum incinmişti benim... Ben o gün çok incinmiştim, kapanmayacak yaralar almıştım.

"Bu saatten sonra ölüsün! Kendini ölü bil!"

Çocuk aklımla bundan ne çıkarmam gerektiğini asla anlamamıştım, bilmiyordum başıma gelecekleri.

"Anlaşıldı mı?"

O bir kez daha bağırdığında iyice sinmek zorunda kaldım bu sefer. Beni koruyacak kimsem kalmamıştı bu günün aksine. Kendimi koruyacak bir bana sahip değildim o zamanlar. Fazla gecikmeden başımı salladım o lanet herife karşı.

İçimde hayatımın ilk fırtınası kopuyordu. Aslan ve kurdun savaşı. Kurdum uluyordu resmen. Canım pahasına özgürlüğümü haykırıyordu. Aslanımsa canı pahasına esirliği kabul etmem için kükrüyordu. İşte o an...

Benden uzaklaşmış ve ellerini arkasında bağlamıştı. Oldukça dik duruyordu yaşlı bedeni, Yüzü utançtan yoksun karşıya bakıyordu.

"Jeon Jungkook. Bu ismi sakın unutma. Anlaşıldı mı?"

Kırmızı gözleri beni bulmuştu. Tam bir şeytanı andırıyordu yüzü, kabuslarımda yer edinecek. Gecikmeden bir kez daha onu onayladım içimdeki kurda acılar çektirerek, onların varlığından habersiz; şimdi anlıyorum.

"Onun için yaşayacaksın. Hayatın onun, iraden onun, sen onunsun. Ne pahasına olursa olsun koruyacaksın onu. Kılıcı kalkanı olacaksın."

Kafam daha çok karışmıştı. Hem kendini ölü bil hem onun için yaşa demişti; diyerek algılamaya çalışıyordum küçükken.

Tekrar yaklaştı bana, yine çenemi kavradı. Ayağındaki sert ayakkabıyla penisime basmıştı şerefsiz. Öylesine canım yanmıştı ki artık. O anları hatırlamak bile ruhuma acı çektiyor, benliğime ve onuruma hakaret oluyordu.

Daha çok ağlıyordum artık, nefes alamayacak kadar. Ayağını çektiğinde yüzüme yaklaştı ve kafamı bir yana yatırdı. Dirensem de ne fayda? Bir yavru, alfayla nasıl baş edebilirdi ki, üstelik bir baskın alfa? Yüzünü boyun girintime sokmuştu. Kulaklarım nefes seslerini işitiyor, her iğrenç soluğu tenime değiyordu. Sonunda burnu tenime temas etti ve irkildim. Sesi yüksek derin bir nefes çekti içine.

"Henüz kokmuyorsun."

Bunu da anlamamıştım o zamanlar, ne yaptığını anlamadığım gibi. Kendi koku bezini benimkine sürterek Feromonlarını bulaştırdığında; bilmiyordum acı verenin bu olduğunu , anlayamamıştım daha doğrusu. Bilmiyordum altı yaşlarında bir yavruyu böyle bir eylemiyle bile öldürebileceğini. Neyse ki zayıf bir bünyem yoktu o zaman dahi.

̶L̶i̶à̶n̶r̶é̶n̶ ̶d̶e̶ ̶z̶ǔ̶z̶h̶ò̶u̶Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin