Camdan süzülerek düşen yağmur damlalarına bakarken düşündü: Karısının karnında dördüncü ayını yaşayan çocuk da bir yağmur damlası gibi süzülerek düşse tüm dertleri düş olup giderdi. Zalimce ve akıl almaz bir düşünce filizlendirdiğinin farkındaydı. Dışarıyı izlediği esnada onu izleyen camdaki yansımada zalimsizlikten ve akıldan pek az iz vardı.
Gökyüzünü beyaz bir ışık sardı ve ışık, yaptığından utanmış gibi görünür görünmez kayboldu. Çocuk ruhlu ışığın ardından bu yapılan haylazlığa kızacak bir anneden gelen gürültü tüm gökyüzünü doldurdu. Yağmur, dövülerek kırılmış bir çocuğun göz yaşları gibi yağıyordu.
Demirden yapılan insanlar dövülerek şekil alırdı; o camdaki yansımanın aslı, Havran. Onun gibi demirden olan insanların bir şeye benzemesi için dövülmesi gerekirdi.
Bazı insanlarsa vazoydu. Seramik, kil, cam... Oldukları şekli dikkatle okşanarak alırlardı ve bir darbe onları devirip kırmaya çoğu zaman yeterdi.
Kendi çocuğunun ne olacağını bilmiyordu ve biliyordu; bilmek istemiyordu. Biriyle görüşmek için oraya gelmişti, normalde takıldığı mekanlardan biri değildi. Karanlık, kim bilir ne sebepten ötürü kara bulutlu-yağmurlu bir gecede, ışıkların açılmadığı mekanda cam kenarındaki koltuklu masada oturuyordu. Önündeki beyaz masaya camdaki su damlalarının gölgesi düşüyordu. Su damlalarının bir gölgeye sahip olabilmesi Havran'ı çocukluğundan beri şaşırtırdı.
Kendisinin ne kadar şeffaf olduğu önemli olmaksızın ışıkla en ufak derdi olanın bile arkasında karanlık bir köşe vardı.
Karısına karşı ne kadar şeffaf ve doğru olsa bile yüzüyle kişiliği daima aydınlık olan kadının karşısında adamın bir gölgesi hep vardı, olacaktı.
Kapı açıldığında mekanın ışıksızlığı nedeniyle eşikteki misafirin yüzü gölgelendi. Havran, kimin geldiğini vücut hatlarından anladı. "Hoş geldin Libran, erken geldin," diye mırıldandı oturduğu yerden.
İçeri elleri cebinde girip kasadaki adama ufak bir selam vererek geçti ve gözlerini Havran'dan ayırmadan masanın yanına geldi. Ellerini cebinden çıkarıp usulca karşı koltuktaki yerini aldı ve su gölgeli masanın yüzeyine kondurdu ellerini. "Hoş bulduk, çok mu bekledin beni?"
"Hayır, sen gelmesen biraz daha manzara izlerdim. Birini beklerken bir şey yapıyorsam bekliyor sayamıyorum kendimi."
"Ama beklediğin bir çocuk var, değil mi?"
Yarım derin bir nefes aldı. "İşte o yüzden bir şeyler yapmaya çalışıyorum," derken yüzü hala camdaki yansımasındaydı. "Anlat bakalım şu yöntemi, dinliyorum."
"Abi, hemen böyle pat diye konuya dalmam yakışık alır mı? Önce hal hatır sorsaydık."
"Halimi hatırımı bildiğin için buradasın Libran, hadi."
"Tamam," deyip geriye yaslandı. "Birini buldum. Tabi ki kaçak yapıyor, kayıt dışı fakat aynı anda birden fazla yöntemi birden kullandığı için kesin sonuç garanti ediyor."
"Birden fazla yöntemi aynı anda nasıl kullanıyor, hangi yöntemler bunlar?"
"Hem fiziksel hem herbal hem psikolojik, hepsini birlikte uyguluyor hastaya," derken Libran, Havran'ın anlık değişen ifadesiyle topladı. "Yani, kişiye uyguluyor."
"Bana kolpa gibi geldi. Tek bir meslek üzerinden ilerlese tamam derdim fakat hepsinin birden olması saçmalık. Bu kadar becerikli bir kadınsa neden başka bir yerde çalışmıyormuş ki?"
"Adam bu arada, Havran."
"Bir de adam," dedi Havran geriye çekilip. "Erkek kadın doğum uzmanı mı olurmuş? Adı üstünde, 'kadın doğum uzmanı'. Hangi cinsiyette olması gerektiği unvanında yazıyor zaten."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kova Dolusu
Science Fictionİnsanların burçlarına göre kaderlerinin çizildiği bu düzende yalnızca bir kova dolusu insan kova burcuydu. Havran'ın hayatında bir kova dolusu dert zaten vardı, karısının hamile olduğunu öğrenmenin kovayı taşıracak son damla olduğunu zannetmişti. Ço...