Yeonjun
Bazı insanların; gözkapaklarının biçiminden mi artık, kaşlarının gözlerine olan mesafesinden mi, ya da tabii gözlerinin kaşlarına mesafesinden, gözlerinin içindeki hiçbir iklimsel, atmosferik ya da optik etkinin yok edemediği, kaynağı meçhul bir buğudan mı, ya da bu üç et kenin ayrıştırılamaz aranjmanından mı, hep bir uyku sersemliği olur yüzlerinde.
Hayat hikayeleri bakışlarının derinlerindedir bu insanların.
Kimisinin bakışı insana merak uyandırır, kimininki ise kışkırtır. Ya da bakan öyle anlar çünkü herkesin bakış açısı aynı değil.
Şu ana kadar öyle az insan uyandı ki yanımda. Uyku sersemliğinin masumiyetiyle dünyaya ve savaşa hazırlıksız, günübirlik acemiliğiyle. Gün içinde uyuşuk bakışlarıyla ortalıkta dolanan insanlara kayıtsız kalamam bu yüzden.
Choi Soobin'de tam onlardandı işte.
Güzel yüzündeki o uyuşuk masumiyete takılıverdim görür görmez, iki market reyonu arasında. Öylesine üzerine geçirdiği pantolonu ve beyaz gömleğinin içinde nasıl bu kadar tapılası olduğunu sorguladım 2 dakika boyunca. Aslında oturup sorgulasam hayatımın sonuna kadar bile sürebilirdi buna yemin edebilirim.
Keskin yüz hatlarıyla yüzündeki uykulu ifade birbiriyle çelişse de o mükemmeldi. Yanaşıp kulağına tahrik edici şeyler söylemek istiyordu insan. 'Gece ıslak rüyalarınızın başrolü benim' düşünceleri veriyordu insana. Ya da sadece ben böyle düşünüyordum.
Rafın önünde oyalanıp baştan aşağı süzdüm onu.
Pantolonunu belinin epey üzerine çekmişti ve gömleğinin bir kısmı pantolonundan sarkıyordu. Adının ve marketteki görevinin yazılı olduğu firma tanıtım kartını beline tutturmuştu. Choi Soobin şube müdürü. Kartı yerleştirdiği yer de, pantolonunun fazladan çekilmiş beline.
Kasiyerler boyunlarına takıyor, tezgâhtarlar yakalarına. Bir süre köşe kapmaca oynadık market reyonlarında, raflar arasında. O işini yapıyordu, ben alışveriş yapıyor gibi yapıyor ama onu seyrediyordum. O raflardaki ürünlere bakıp tezgâhtarlara talimatlar verirken kısık sesle, ben başımı eğmiş alttan alttan onun yüzünü inceliyordum.
Bir önceki gün de uğramıştım markete ama ona rastlamamıştım. Bu şubeye yeni atanmış olmalıydı. Belki de ilk günü. Aniden gözüm ısırdı. Yüzündeki sisin ya da dumanın arasında, kalabalığın içinde bir yüz belirdi. Hemen kayboldu ama.
Ben bu adamı bir yerden tanıyor gibiydim.
Biraz hatırlamaya çalıştım, olmadı, daha alıcı gözle baktım, öyle baktıkça daha güzel göründü gözüme, daha güzel göründükçe daha tanıdık, sonra yine daha yabancı. Güzelliği o kadar sıradışı ve eşsizdi ki, bir yerlerden, belli bir yerden, bambaşka bir yerden tanıyor olma olasılığımı emiyordu.
Onun yerine Soobin'e sahip olma arzumu arttırıyordu.
Bir kez daha bakıp yüzüne, endamına, kasaya giderken karşılaştığımızda, hayıflanarak, hatta öfkelenerek umursamazlığına, sıraya girdim. Uyuşukluğunun arkasında ne gizliyorsa, onu meşgul eden ne varsa kendi içinde çözmeye çalışır gibi bir hali vardı.
Müşterileri çoktan kafasında iptal etmiş, bedenen burada ama ruhu sanki bir savaşta. Kimsenin yüzüne bakmıyor, sadece raflardaki ürünleri ve market çalışanlarını görüyordu sanki. Bazen bir müşterinin yumruk mesafesinde oluyor, haliyle, ama o kadar habersiz, sadece işiyle meşgul.
Eve yürürken poşetleri bir ara yere bıraktığımda içimden Soobin demiştim. Kendimi fark ettiğimde şaşırdım. Yuh artık, dedim kendime. Evde aldıklarımı buzdolabına, mutfak dolaplarına yerleştirirken özellikle de soğuk elmalı sodayı kafama dikerken habire onu hatırladım. Mağaza müdürünü. Soobin'i.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
we are lost, yeonbin
Short Story-okunmazsa sileceğim olan oneshot(kelime sayısı uzun ve hikayede sıradan bir aşkı anlattım fantastik şeyler yok, yani günlük hayata yönelik) Lekelerim çoğaldıkça daha fazla çirkinleşiyormuşum insanlar öyle söylüyor Bütün o kör insanların sayısı kada...