"Yedi yıl önce: Ayrılmak"
Beni bir süreliğine idare edecek kadar kıyafetimi bir valize koyup ihtayacım olabilecek her şeyi sırt çantama atmıştım. Saat gece dörttü. Evin sadece holdeki ışığı yanıyordu. Loş ortamda kendimi ağlamamak için sıkarken en son üzerimi değiştererek pijamalarımdan kurtulup her şeyi kabullenmekte buldum çareyi. Buradan gitmem gerekiyordu, o piç adama güvenmediğimden gitmem gerekiyordu; kimseye zarar gelmemesi için gitmem gerekiyordu.
Beyaz tişörtümün üzerinde onun hırkasını ve genişçe bir siyah pantolonu giymiştim. Onun hediyesi olan saati taktım ve ondan ödünç aldığım yüzükleri parmaklarıma geçirdim. Fotoğraflarımızı çektiğimiz kamerayı aldım ve pantolonumun cebine yerleştirdim. Onun en sevdiği atıştırmalıkları da hırkanın iç cebine yerleştirip hızla ve daha da arkama bakmadan -bakarsam gidemezdim- evden çıktım.
Biraz ileride bekleyen arabanın selektörü beni o tarafa çekerken ne kalbim ne zihnim oraya gitmemi kabul edemiyordu. İstersem şimdi kaçabilirdim değil mi? Değildi işte, şimdi kaçıp her zaman yaptığım gibi yine ona sığınırsam ikimizin de başına türlü olmadık dertler açardım. O bunları haketmiyordu.
Hızla valizle çantayı arabanın içine atıp kendim de bindim, biraz daha düşünürsem tüm cesaretimi kaybedecektim. Araç, tek kelime etmemesi emredilmiş bir şoför tarafından kullanılmaya başlandığında istemsizce gözümden bir damla yaş süzüldü. Resmen kendi ayaklarımla celladıma gidiyordum. Haketmeyerek.
Bir süre sessizce yolda ilerleyişimizi izledim ve sonra da belki bir daha bakamam düşüncesiyle kameranın içindeki tüm fotoğrafları tek tek inceledim.
Festivaller, konserler, partiler, barlar, restoranlar, kafeler, piknikler, parklar, bahçeler, ormanlar, havuzlar, denizler, göller, dağlar, bayırlar, hayvanlar... Birlikte gezmeyi o kadar çok severdik ki her boş vaktimizde yeni yerler görmeye adamıştık kendimizi. Birlikte yer içer, birlikte gezer eğlenirdik. Yolculuklarımız da hep gelecek hayallerimizle geçerdi. Gitmek istediğimiz her yere gittikten sonra evlenmek istiyorduk. Sevgilim, birlikte olduğumuz anları şenlendirecek bir kızımız olmasını her şeyden çok isterdi. Haliyle onun istediğini ben de isterdim.
Biz hep küçükte olsa bir ailemiz olmasını düşlerdik. Abartısız bir düğün, küçük bir ev, bir de karavan. Hayallerimiz beyazdı; temizdi, tertemizdi. Birbirimize her şeyen çok değer verirdik. Kavgalarımız bile temizdi bizim. En büyük kavgamız gelecekteki kızımızın ismi konusundaydı. Onda bile yine birbirimizi kırmamak için iki adı da koymaya karar vermiştik.
O benim her şeyimdi; her şeyim, herkesim.
Gözlerinin yeşili alırdı beni içine, mavisiyle sarıp sarmalanırdım. Kendi elleriyle örerdi saçımı her seferinde "Kızımın saçlarını da böyle öreceğim." diyerek. Dizlerine çekerdi film izlerken. Koluna yaslardı başımı beraber yıldızları izlerken. Her seferinde "Cennet gibi kokuyorsun." derdi yıllardır değiştirmediğim kokuma. "Cennet'in kokusunu nereden biliyorsun?" Gülümserdi inci gibi dişleri ve dolgun dudaklarıyla. "Benim cennetim sensin."
Dudaklarına taktığı halkayla o kadar yakışıklı oluyordu ki onu tüm yüzünden öpesim geliyordu. Günün sonunda kafamı yine onun göğsüne yaslıyor kalbinin sesinden öpüyordum onu.
Bir derdim olduğunda ona gidiyordum, bir derdi varsa bana geliyordu. Birbirimizin gözyaşı için dünyayı yakardık bazen. Başımız dizlerimize, sırtımız duvara, gözlerimiz de birbirine yaslıyken ona bakmayı çok severdim. Elimi uzatıp yanağına dokunabilecekken bakmakla yetinmek, onu gözlerimle sevmek bile bana iyi geliyordu.
Nefesimdi, sağlığımdı, enerjimdi o benim.
Seve seve bitiremediğimdi o, temasımızın yetmediğiydi, bakmaya kıyamadığım ama doyamadığımdı da. O tüm varlıkların arasında bir lütuftu bana. Bir duanın, bir iyiliğin karşılığıydı. Çok güzeldi, olabildiğine güzeldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Mavera
ChickLitSenin çilek dudakların, 'sadece arkadaşın'ın bile bildiği o dudakların. Hayır ben onlara göz koymadım, saçının tek bir tutamı yeterdi bana.