Seungmin'den,
Tarihler 2017'nin şubat ayını gösteriyordu, günlerden de cuma'ydı.
Kahve'nin en açık tonlarından dikilmiş bir kaban, kırmızının en güzel tonlarından özenle işlenmiş bir atkı, beyaz bir eşofman ve beni en güzel halimle gösteren, güzel bir o kadar da zarif bir kazak.
Hayatımda muhtemelen bir daha o'nun gibi güzelini göremeyeceğim bir çocuk, bana doğru geliyordu. Bir anlığına rüya olduğunu sanmıştım..
Her tarafın delicesine soğuk olduğu bu kış günü bu çocuk içimi ısıtmıştı, titrememin durduğunu hissettim bir anlığına.
Yanıma tamamen geldi ve gülümsedi bana, gördüğüm en güzel gülümsemeydi. Konuşmaya başladı, sesi o kadar şefkatli çıkıyordu ki bir anlığına ne söylediğini anlamamıştım bile, dalıp gitmiştim.
Bana neden tek başıma olduğumu sordun, sahi ya? Ben neden tek başımaydım? Tabi bu kimsesi olmayan birisinin kendisine sorup sorabileceği en komik, en saçma soruydu. sessizce cevapladım,
“Kimsem kalmadı.”
Bana o kadar güzel baktı ki o an, donmuş kalbimin buzlarının eridiğini, tekrar atmaya başladığını hissettim gerçekten, sayende tekrar yaşama dönmüştüm belkide.
“Herşeyin olabilirim. Adın ne?”
Sorduğu soruya hiç düşünmeden içimdeki büyük heyecanla cevap verdim
"Seungmin! Yani, Kim Seungmin.”
İsmimi duyduğunda saçlarımı okşadı, beni tekrardan bir süzdü, konuşmaya başladı.
“İsmin çok zarif ve güzel, sende öylesin. Bu arada, ben Jeongin, Yang Jeongin.”
Kalbimin yerinden çıkacağını hissettim o an, içim kıpır kıpır oldu bir süreliğine. Hemde daha şu anda tanıştığım, Yunan Tanrı'larından farksız bu oğlan yüzünden, ya'da sayesinde..
Sanırım rahatsız olmamdan korktu ki, koluma girmek için izin istedi benden, hiç düşünmedim bile, olumlu cevap verdim. Cevabını alır almaz koluma girdi.
Bu yerde ilk defa bulunuyordum, Seul'un hangi şehri, mahallenin adı ne, bu mahallede kimler yaşar? Bunların hiç birisini bilmiyorumdum bile, tamamen kaybolmuştum. Ancak yabancı olduğum bu yerde sayesinde hiç yabancılık çekmedim bile, güvende hissediyordum.
Çok geçmedi, bir on dakika? Hayır, hayır on beş dakika kadar yürüdük, beni güzel, sevimli bir kafeye getirdin. Kafe'yi azıcık inceledim, sevimli olduğunu düşündüm.
Beni cam kenarı olan bir masaya getirdi, ben oturayım diye sandalyeyi çekti, sadece filmlerde gördüğüm bu sahneyi yaşamak benim için heyecan vericiydi.
Sohbet etmeye başladık, bana nerden geldiğimi, yaşımı, okuduğum bölümü sordun, beni tanımaya çalıştı, onu tanımaya çalıştım. Oldukça nazikti, ilahi gibi bir sesi vardı ve dünya üzerindeki en güzel tabloydu o.
Sorduğum her soruyu hiç sıkılmadan, sinir olmadan tek tek cevapladı, bu beni etkilemişti, hemde çok.
Gözüm arada cama kayıyordu, neden olduğundan emin değildim.
Bir süre daha sohbet ettik, bir süre daha dedim çünkü orada onunla ne kadar uzun bir süre konuştuk bilmiyorum bile.
Tekrardan cama baktım, kar yağıyordu. Yılın ilk karıydı hemde! Heyecanlanmıştım, her zaman kar yağışı izlemeyi, kar topu oynamayı çok sevmişimdir, ancak bu sefer içimde karın yağmasıyla birlikte çok farklı bir mutluluk vardı.