yoongi uykusuzluktan ağrıyan gözlerinin bakış açısına giren yerle bir olmuş mutfakla derin bir iç çekti. daha derin iç çekmesini sağlayansa kapı pervazına yaslı bir şekilde sızmış olan jungkook'tu.
beyaz gömleğinin kıvrılmış kolları ve açılmış üst düğmeleri, kusursuz büste işlenmiş dövmelerin sergilenmesini sağlıyordu. o dövmelerin içinde, bir yerlerde kısa olana ithaf edilen siyah inci dövmesinin varlığıyla istemsizce sırıttı yoongi.
jungkook'un ağzından çıkanları kendi zihninde kurgulamış olmayı yeğlerdi, tanıdığı yabancıya duyguyu özlem dayanılmaz boyuttaydı.
o dövmeyi gördüğü ilk anı hatırladı.
çocuk sayılırlardı. yoongi tam anlamıyla tutulmuştu. karşısındakine ve onun kendisine karşı olan sevgisine. aslında biraz da korktuğunu yeni yeni kendisine itiraf edebiliyordu. sonuçta karşısındaki lise çağındaki bir çocuğun yapabileceğini en üst sevgi gösterisini sergilemişti ona. bu sevginin, kendisine karşı olan tutkunun altından kalkabileceğinden hiçbir zaman emin olamamıştı. jungkook ile izlediği ilk filmdeki, karayip korsanları'ndaki, siyah incinin ve uzun olanın kendi siyah incisinin bir hatırlatıcısı olarak yaptırdığı gemi dövmesini gördüğünde bu tutkunun altından kalkabileceği konusunda büyük bir şüpheye düşmüştü yoongi.
jungkook sonlarının ne olacağını, birkaç ay sonra ayrılıp ayrılmayacaklarını veya çevreden alacağı bakışları umursamadan sevgilisi için bir şey yapmıştı. sonsuza dek kalacak bir şey.
yoongi; büyük sınıfta okuyan abisinin, dövmeyi fark ettiği zamanı hatırladı. felaketti. tüm o tartışmanın getirdiği bağrışmalar zihnine dolarken kafasını salladım. günün sonunda yoongi sevmişti dövmeyi. jungkook'un da umurunda olan tek şey bu olmuştu.
siyah inci diye geçirdi içinden bu sefer. yaşamında bir çok kalıba sığmıştı. siyah inci, lise yıllarını en uçta yaşayan neşeli ama serseri bir çocuğun en değerlisiydi. siyah inci kendisiydi bir zamanlar. şimdilerde duymadığı bir lakaptı. büyümüşlerdi ve yoongi de başka başka şeyler olmuştu. yine de kendisini içinde en güvenli hissettiği kalıp, o liseli deli dolu serserinin siyah incisi olmak olmuştu.
jungkook'un hizasına eğilip omzuna dokundu. "jungkook, kalk." uzun olan, diğerinin anlamlandıramadığı bir şeyler mırıldandı. "junggi uyanacak birazdan seni böyle görmesin, kalk." biraz daha güçlü sarstığı beden, gözlerini yavaşça açtı.
yoongi uyandığını varsaydığını bedenden uzaklaşıp ayağa kalkacağı sırada sol eli yakalanarak durduruldu. yoongi'nin gözleri yarısı açık gözlerden kaçıp soluk yüzüğüne kaydı.
sol elinin yüzük parmağına iliştirilen soluk altın yüzüğün soğukluğunu sadece parmağında değil tüm vücudumda hissettiği ilk anı hatırladı. yüzüğün ağırlığını da omuzlarında hissetmişti.
jeon jungkook elinde kalan iki şeyden birini kolayca gözden çıkartmıştı. yoongi için.
jeon jungkook annesinin ölümünden beri boynundaki hiç çıkartmadığı ince zincire geçirilmiş yüzüğü, yeni sahibine taktim ederken bir an bile tereddüte düşmemişti. o zamanlar, yoongi'ye kendisinden daha fazla saygı duyuyordu ve o yüzüğe yüklediği değerin altından ancak sevgilisinin kalkabileceğini söylemişti.
yoongi'nin zihninde bir grup tartışma seansı tekrarlandı. yüzük konusunda o kadar inatçıydı ki parmağından çıkarılmaya çalışılan yüzüğün yerinde durması için verdiği savaşı hayatının bir başka yerinde verebileceğinden emin değildi. günün sonunda jungkook yanındaydı. umurunda olan tek düşünce de buydu, birlikte savaştıkları düşüncesi.
