"Styles!" Soyadımı duyunca uzandığım yataktan ışık hızıyla kalktım ve koşar adımlarla aşağı indim. Chloe için etrafıma bakındım, ışık mutfaktan geliyordu. "Efendim Ellisor?" Mutfağa girdim ve buzdolabıyla bakışan Chloe'ye baktım. "Yemek olarak ne istiyorsun?" Kaşlarımı anlamazlıkla çattım ve fırının üstündeki saate baktım: 01.34. "Bu saatte ne yemeği? Hem aç falan değil-" "Ah kes sesini. Aç olduğundan adım gibi eminim. Sen demiyor muydun babamın nişanlısı sürtüğün teki diye? O sana doğru düzgün yemek de vermiyordur kesin." Kaşlarımın daha çok çatılmasına engel olamadım. Haklıydı. Bana doğru düzgün ne yemek yapardı ne de dışarıdan falan söylerdi. Dediğim gibi param da olmadığı için kendi ihtiyaçlarımı kendim karşılama gibi bir lüksüm de yoktu. "Hem zaten, aç olmasan bile yemek yemek zorundasın." "Niyeymiş o?" Bu sefer o kaşlarını çattı. "Çünkü ben öyle istiyorum!" Bunu egoistliğinden kaynaklı olarak mı yoksa benim için endişelendiğinden mi söylüyor bilemiyordum ama bu tavrı beni gülmeye itmişti. "Pekala Bayan 'Ben Ne Dersem O Olur Çünkü Kıçım Kalkık', evde yenilebilecek olan şeyleri söyler misiniz?" "Dua et daha yeni yeni tanışıyoruz... Her neyse, makarna var ve istersen yanına sosis yaparım. Yer misin?" Ağzım sosis-makarna ikilisini duyunca istemsiz olarak sulanmaya başlamıştı, o kadar uzun süre olmuştu ki yemeyeli! "Ya zahmet olmasın, sosise falan gerek yok." Tek kaşını havaya kaldırdı. Söylediğimden o kadar pişmandım ki. Nasıl gerek yok ya sosise?! "Pekala. Sadece makarnayı ısıtıyorum o zaman, sen de salona ya da istediğin herhangi bir yere -ama benim odama sakın- geç. Ben de makarnanı ısıtıp getiririm sana." "Şey, teşekkürler." Mutfaktan çıktım ve salon olmasını umduğum büyük kapıya doğru ilerledim. Işığını yakınca doğru yerde olduğumu anladım. Televizyonun karşısındaki büyük koltuğa oturdum ve etrafı incelemeye başladım. Evi 3 katlı (ve bir de çatı katı olan), büyük bir evdi. Tahminlerime göre zengin bir aileye sahipti. Ama fark ettiğim bir şey vardı ki, ev bir evden çok oteli andırıyordu. Ne bir çerçeve vardı, ne bir aile fotoğrafı, ne de ona benzer herhangi bir şey. Ama pek de garipsediğim söylenemezdi. Bizim evde resimler vardı belki ama o resimlerde ya sürtük Jess ya da babam ve sürtük Jess oluyordu. Tam o sırada, televizyonun yanında, küçük, sararmaya yüz tutmuş küçük bir kızın fotoğrafı gözüme ilişti. Tahminimce Chloe idi. Tam ayağı kalkıp resme bakacağım sırada ayak sesleri duydum ve ayağa kalkmaktan vazgeçtim. Nihayetinde sadece bir misafirdim, neden etrafı karıştırıyorsun diyip kızabilirdi. "Bay Kıvırcık, yemeğiniz hazır majesteleri." Kendimi ilk kez bu kadar mutlu ve değerli hissediyordum. Tepsiyi kucağıma bıraktı. Kafamı kaldırıp gülümsedim. Çatalımı almak için eğildiğimde kendimi küçük bir çocuk gibi hissetmekten alıkoyamadım. "Sosis!" diye bağırdım farkında olmadan. Hani yerin dibine girmek derler ya, heh işte ben şu an tam o durumdaydım. "Şey, be-ben, yani.." Chloe gülmekten oturduğu yerden düşmüştü. Hâlâ da gülüyordu. "Ahahahah! Bir de sosis istemiyorum diyordu! Ben de yedim canım! Ahahahahahahahah!" Ben de istemsizce gülmeye başladım onunla beraber. Kahkahası bulaşıcıydı adeta. "Ya kes! Ayıp olmasın diye dedik onu!" Gözünde gülmekten biriken yaşları elinin tersiyle sildi ve yanıma oturdu. "Yeter bu kadar makara. Yemeğini ye artık. Ayrıca, benden çekinmene falan gerek yok. Acıktığın zaman, bir şeye ihtiyacın olduğu zaman söylemen yeterli. Hem artık burası senin de evin. İstediğini yap yani. Benden izin almana da gerek yok." Yumulduğum yemeğimin ve kolamın arasından kaşlarımı çatarak ona baktım. "Hey, ben buraya sadece 1-2 günlüğüne geldim. Kendime bir yer bulurum ben." Sinir, mutsuzluk, hayal kırıklığının karışımı bir bakışla gözlerini gözlerime odakladı. Gözlerinin yeşilin en koyu tonlarından olduğunu fark ettim. "Birincisi, gideceğin bir yerin olmadığını biliyorum, sen dedin param pulum yok diye. İkincisi, 4 katlı evde oturuyorum, yaşayacak kimsem yok ve arkadaşa ihtiyacım var. Eğer kendini yük olarak hissettiğinden böyle diyorsan, unut bunu tamam mı? Senin gibi birine ihtiyacım vardı ve buldum. Nokta. Geçmişin falan umrumda değil. O bankta seni gördüğüm andan itibaren en yakın arkadaşım olmuş bulunmaktasın. Artık ye şu yemeği." Şans meleğim falan mıydı bu kız benim? Onun sayesinde tüm hayatım tek bir gecede değişiyordu. Ona gülümsedikten sonra salonu terk edişini izledim. 5 dakika içinde kalan tüm yemeğimi ve kolamı ve suyumu da bitirip son 7 ay içinde falan doymadığım kadar doydum. Hatta şöyle de diyebiliriz: son 7 ay içinde ilk kez doydum.
Tepsimi alıp mutfağa bıraktıktan sonra Chloe'nin bana verdiği odaya yöneldim. Tuvalete girip elimi yıkadım ve diş fırçamın olmaması sebebiyle dişlerimi su ile çalkaladım. Yatağa geri döndüğümde kapı çalındı ve ben daha 'gir' komutunu vermeden Chloe içeri daldı. "Ay ben üzgünüm, bir anda daldım." Gözlerini elleriyle kapamıştı. Bu haline gülmeden edemedim. "Sorun değil, hâlâ giyiniğim." Nefesini dışarı verip ellerini gözlerinden çekti. "Sana pijama ve diş fırçası getirdim. Pijamalar babamındı ve diş fırçası kullanılmamış." Elindekileri aldıktan sonra ona teşekkür ettim. Tam odadan çıkarken adını söyledim ve bana sönüp 'Yine ne var?' dercesine baktı. "Her şey için teşekkür ederim." "Teşekkür etmene gerek yok Harry, evinde hissetsen yeter." Bir süre bakıştık. Sessizliği bozan o oldu. "İyi geceler." "Sana da." Üzerimi değiştirdikten sonra içi buz gibi olan yatağa girdim ve uzun sürmeden uyuyakaldım.***
"Harry! Tanrım, uyan!" Sarsılarak uyandıktan sonra gözlerimin ışığa alışmasını sağlamak için onları birkaç kez kırptım. "Sorun nedir?" Alnımın ve ensemin terlediğini fark edebiliyordum. Kesin yine kâbus görmüştüm. "Resmen uykunda bağırıyordun ve şey, çok korktum. Kriz falan geçiriyorsun sandım bir an." Gözlerimi ovuşturdum. Kâbus görmeye alışmıştım. Uyuşturucuya başladığımdan beri bu kâbusları görüyordum. Bırakmama rağmen kâbuslar peşimi bırakmıyordu. Uyuşturucu kullandığım sıralarda gördüğüm kabuslar halüsinasyonlar üzerine oluyordu. Benim 10 katım falan olan koca böcekler, beni kovalayan ruhlar... Şimdi gördüklerim ise geçmişim üzerine oluyordu genelde. Bir nevi astral seyahat gibiler, ama geçmişe doğru. "Kâbus. Alış buna. Her gece görüyorum, artık bana yapıştı gibi bir şey kâbuslar." Kafasını yavaşça salladı. "Peki, benden istediğin herhangi bir şey var mı? Ne bileyim süt, ya da Sünger Bob falan?" "Sünger Bob ve süt mü?" Onun bu saf tavrına karşı güldüm. Kafasını onaylarcasına salladı. "O ikiliyi küçümseme, kâbus gördüğümde bana hep yardımcı olurlar." "Aslında çok iyi olur."
Gecenin geri kalan kısmında, benim odamda ve benim yatağımda Sünger Bob izleyip kakaolu süt içtik ve ister inanın ister inanmayın, o ikili, benim de kâbuslarıma tek gecelik de olsa çare oldular.Çok ama çok uzun bir süreden sonra yeni bölüm yükledim ve eğer bu hikayeyi beklemiş olanlar varsa çok özür dilerim ama TEOG falan derken böyle bir hikayeye sahip olduğumu bile unutmuşum. Her neyse, lütfen beğenilerinizi ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Sizi seviyorum ❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Miracle Came True [h.s.]
FanfictionHarry, geçmişinden kaçmak uğruna evden sonsuza dek ayrıldığı gece hayatına yeni bir ışığın doğmasına sebep olacak Chloe ile tanışır. Peki onların hikayesi mutlu sonla mı yoksa hüsranla mı bitecek? Bu daha sadece bir başlangıç.