YALNIZ VE KIRGIN BİR RUH
Delilerle dolu bir odada tıkalı kalmış, ancak bir o kadar da sessiz botanik bir bahçede susuz ve aç kalmış gibiydim de. Beynimin içinde susmayan yakarışlar dönerken, bedenim hepsine tezat hareketsizdi işte.
Senin gidişin üzerinden saatler geçerken, ben yakıp yıktığın, arsızca önümde parçaladığın bütün saksıları toparlamış, artık güzel kokmayacak çiçeklerimi acımasızca çöpe atmıştım. Neydi bizi böyle yapan? Bir yıl öncesine kadar sağlıklı giden her şeyin aniden böylesine sarpa sarması nedendi?
Senin hiçbir zaman beni sevmeyişin miydi, yoksa hiçbir zaman kendini sevemeyişin miydi?
Aslında sabah her şey güzeldi, sana kahvaltını bile hazırlamıştım. Birlikte güzelce yemiştik, ancak sonrasında kira için bir işe girip girmediğini sorduğum da ise "sence elimden geleni yapmıyor muyum? Sana göre vasıfsız biri miyim de bana kira için bir işe girip girmediğimi soruyorsun?" demiştin. Çiğnemek üzere olduğum haşlanmış yumurtamı dahi yutamazken, basit bir sorumun nasıl buraya çektiğini düşünüyordum. Kalbimin ortasında ince bir sızı hissetmeye başladığımda ise göz yaşlarımı tutmuş ve yavaşça ayağa kalkmıştım. Ondan sonra ise ne olduysa olmuş ve aniden sofradaki bütün tabakların yere düşüş sesleri evi yankılatmıştı, adeta delirmiş bir boğa gibi ne gördüyse yıkıyordu. Tam o anda, seni sakinleştirmek için tutmak istediğim de bedenim duvarla bir bütün olmuş ve acı içinde yere düşmüştüm. Belki bilerek, belki de farkında olmadan evimde sessizliğimi atabildiğim, çiçeklerimle dolu köşeye geçtiğinde her şey için çok geçti. O çok sevdiğim defne, kadife, manolya çiçeklerim ve daha ne varsa hepsini bir bir dibinde oturduğum duvara fırlatmıştın. Kucağıma ve bedenimin etrafına dağılan kırık saksılar, topraklar ve dalından kopan çiçekler bir bir üzerime düşerken, asla yapmaman gereken bir şey yapmış ve ayağa kalkmıştım. Sen çiçeklerime haraketler edip, onları incitirken arkandan sertçe ittirmiştim, niyetim seni yere düşürüp artık buna bir son vermekti ancak yerinde bile kıpırdamadan bana döndüğünde artık göz yaşlarımı tutamadığımı fark etmiştim. "seni de, çiçeklerini de sikeyim Jimin."
Bedenim, sanki bir çöpmüş gibi bir yumruğu ile yeri bulurken, o çok sevdiğim saksılarım bile düşmanım gibi elimi kesmişti. Sonrası ise büyük bir sessizlikti, kapıyı çarpıp gitmiştin ve ben, sanki bunu beklermiş gibi yattığım yerde acı içinde feryat bırakmış, cılız bacaklarımı kendime çekerek cenin pozisyonuna gelmiştim. Canım öyle acıyordu ki, ancak bu bedenen değildi, ruhum, içimde ki çocukluğum bana feryat ediyordu. Aldığım nefes, ağladığım için kesilirken, kendimden binlerce kez özür dilemiştim.
'Git' demiştim içimden kendime, git ve kurtar kendini buradan, git ve bir kuş gibi özgürce, özgürlüğün tadını çıkart. Ancak, bir insan nereye gideceğini bilmez miydi? Canı çok yansa bile, gece uyurken gizlice girdiği o sıcak kucağı özlemez miydi? Ya da uyurken dudaklarının arasından sevimlice çıkan tavşan dişlerini nasıl bırakabilirdi ki? Uzandığım yerde kendime biraz daha sarılırken, böyle olmadığın günler geliyordu önüme. Beni eve her girişimizde kucağına alarak girişin, geceleri uyumadan önce gün içinde yaptıklarımızı tatlı tatlı konuşmalarımız ve asla gözlerimden öpmeden uyutmadığın o günler ve daha niceleri.
Sonrasında zaten her şey bozulmuştu, önce çok severek çalıştığın avukatlık bürosundan kovulmuştun, sebebini başlarda bilmiyordum, yetenekli bir avukattın ve aniden kovulman garibime gitmişti. Ancak sonrasında eve sarhoş gibi gelişlerin, sinirli hallerin ve bir gün çamaşırlarını yıkarken cebinden çıkan garip haplar ile bazı taşlar yerine oturmuştu. O iğrenç şeyleri öğrendiğim de seninle öyle büyük kavga etmiştik ki, günlerce eve gelmemiştin. Paran bittiğinde ise, ilk geldiğin yer yine benim yanım olmuştu. Buna sevinmem gerekiyordu ancak sen, nikahımız için biriktirdiğimiz parayı alıp yine gittiğinde sevinemez olmuştum. Zamanla her şeyimizi kaybederken bir gün sana engel olmuştum, artık durman gerekiyordu. "Jungkook, elimizde hiçbir şey kalmadı yalvarırım dur artık." Ama sen cevap olarak öyle gür bir kahkaha atmıştın ki, ne dediğimi tekrar düşünmek zorunda kalmış, sonrasında ise ayık olmadığını anlamıştım bir kez daha. Ama bunların hiçbiri artık canımı yakmıyordu taki bana "O halde engelini mana etmeyi bırak ve siktiğimin dükkanlarında işe girmeye ne dersin?" diyene kadar.
İçimde ki, küçük çocuk sanki kara boşluğa düşer gibi olmuştu. Beynim öyle sarsılmıştı ki dikildiğim yerde yalpalamama sebep olmuştu. Bana zamanında öyle güzel sözler vermiştin ki, engelimi ileride yüzüme vurmayacağını, benim için bir askerden daha çok çalışacağını ve iyileşmem için ne gerekiyorsa yapacağını söylediğin günler resmen zarımı patlatmak ister gibi kendini hatırlatıyordu.
Şimdi ise geçmişi, önünde oturduğum camdan dışarıyı seyrederek düşünürken derin bir soluğu ciğerlerime hapsetmiştim. Dışarıda çok tatlı, ahmak bir yağmur vardı ve insanların koşarak kapalı yerlere girmeye çalışmalarını izlemek güzeldi. Herkes, kendini bir damla ıslaklıktan kurtarmaya çalışıyordu. İnsanlar kendileri için bir şeyler yapıyordu ancak ben, sıcak bile olmayan evimde öylece uzaklara dalmaktan başka bir şey yapamıyordum. Belki bu yüzden, aniden ayağa kalkmış ve topallayan adımlar ile odamıza girmiştim. Üzerime beni sıcak tutacak şeyler giymiş, hiç beklemeden kendimi evimin dışında bulmuştum. Sırtımı kapıya verdiğim de, dudaklarım da tarifsiz bir gülümseme vardı. Sanki, sanki içimdeki o çocuk bunu başardığım için mutlu olmuştu ve ben kendimi, bir yılın sonunda gayet sağlıklı hissetmiştim.
Mutluluk gerçekten bu kadar basit miydi aslında? Korkularımızın dolu olduğu, sessizliğin ev sahibi yaptığı ve bu yüzden zihnini asla boş bırakmayan düşüncelerden kaçmak mıydı yani? Jungkook, belki de sevdiğim o adam bu yüzden asla evde durmuyordu diye avutmadan edememiştim kendimi. Adımlarım yavaş ve topal da olsa binanın dışına çıkmıştım sonunda, şemsiyemi açmış ve nereye gideceğimi bilmeden yürüyordum. Şemsiyeye düşen ahmak'ın sesi bir şarkı gibi insanı yatıştırırken, soğuk hava tam tersine seni uyandırıyordu. Ayrıca ne yaptığımı da bilmiyordum, öylece yürüyor ve yalnızca dükkanların vitrinlerine bakıyordum ama bunu yapmak bile çok güzel geliyordu.
Ancak hayat, sanki çok da mutlu olmamı istemiyor gibiydi ki, karşımdaki görüntü karşısında nefessiz kalmıştım. Jungkook, elini beline sardığı bir çocukla sarmaş dolaş önümde ki otele girdiğinde, artık benim için hayat durmuştu.
____________
Merhabaaaa, arkadaşlar bu notu okumanıza ihtiyacım var, çünkü bölümün çoğu Jimin'in geçmiş anlatımı.
Yalnızca camdan dışarıyı izlemeye başladığı kısımlar şu an ki zaman.
okuduğunuz için teşekkür ederim. 💖
ŞİMDİ OKUDUĞUN
amante morto, jikook
Jugendliteraturacı dolu gönüller arasından sızardı beyaz kanatları, bir kuğu gibi parlardı bedeni, tabi hepsi onu yalnızlıkla öldürmeden önce.