Dağhan göz ucuyla saate baktı. 23:30.
Mesaisinin bitmesine yaklaşık 30 dakika kadar kalmıştı, ayrıca oldukça uykuluydu. İşe yaramayacağını bile bile parmakları ile gözlerini ovuşturdu. Ayakta dikilmekten tabanları ağrımıştı ve bu saatte gelen giden yoktu, 7Eleven'ın içinde sadece çalışan dolapların sesi ile Dağhan'ın nefes alışverişleri duyuluyordu. Bu Dağhan'ın sevmediği bir şeydi çünkü ne zaman kimsenin olmadığı sessiz bir ortamda kalsa, düşünceleri onu esir alıyordu. Arkasında duran küçük tabureye oturarak iç çekti, düşünceleri tekrar bir bulut gibi kapladı zihnini.
Ailesinin evinden, Türkiye'den kaçarak Güney Kore'ye geleli 7 ay olmuştu çoktan. Ne zaman evden çıktığını, nasıl havalimanına gidip bilet aldığını, nasıl geldiğini cidden hatırlamıyordu. Adeta transa girmiş gibiydi ve o transtan çıktığında, kendini Incheon Uluslararası Havalimanı'nın tam ortasında bulmuştu. Evden kaçtığı gecenin sabahında babasının kredi kartından yüklü bir miktar para çekmişti, az biraz kendi birikmişi de vardı. Kore'ye ilk ayak bastığında ileri düzey İngilizcesini kullanarak ilk iş bir Korece kursuna yazılmış, şu an hâlâ daha çalıştığı 7Eleven'da iş bulmuş, kalan parası ile de küçük bir daire tutmuştu. İlk zamanlarda Korecesi olmadığı için müşterilerle iletişim kurmakta zorlansa da, Korece kursunda geçen yoğun 7 ay sonrasında makul bir seviyeye gelmeyi başarabilmişti.
Babası ve annesini düşündükçe boğazına bir yumru oturuyordu. Gay olduğunu öğrendiklerinde annesinin ondan iğrenir gibi bakması, babasını onu evlatlıktan reddetmesi, kaldırabileceği bir şey değildi. O yüzden en kısa zamanda o evi terk etmişti. 7 ay boyunca onlarla iletişime geçmemişti ve şu an ne durumda olduklarını bilmiyordu. Hoş ya, belki onlar sevinmiş bile olabilirdi. Sonuçta Dağhan onlar için utanç kaynağıydı, işittiği o kadar laftan sonra bu anlamı çıkarmıştı. Aslında Güney Kore'nin bu konuda Türkiye'den pek farkı yoktu ama burada sorumlu olduğu, hesap vermek zorunda olduğu kimse yoktu. O yüzde daha rahattı, ayrıca buraya gelmek işine bile gelmiş sayılabilirdi. Kendi ayaklarının üzerinde durmanın nasıl olduğunu öğrenmişti, gerçek hayata atılmıştı ama annesi ve babasının onun hakkında söylediklerini düşününce gözlerinin dolmaması için dudaklarını dişlemiş, boğazındaki yumruyu yok etmek için yutkunmak zorunda kalmıştı.
Her ne kadar öyle olmak istemese de duygusal bir çocuktu, bunun farkındaydı. Hem yaş, hem de fiziksel olarak küçüktü. 2003'lüydü, daha yeni 20 yaşına basmıştı. Boyu 1.61'den fazla değildi, bazı kızlardan bile kısaydı. Göğsü çıkıntılı olsa da kaslı değildi ve omuzları dardı ama Türk genleri onu farklı kılıyordu. Kumral, dalgalı saçları alnına dökülüyordu, burun kemerinin üzerinde çilleri mevcuttu ve gözleri elaydı. Çene hattı keskin, burnu minikti. Sol bileğinde biri siyah, diğeri gümüş olan iki bilekliği vardı. Bu özellikleriyle doğal olarak Koreliler gibi tek düze bir ırkın arasında oldukça dikkat çekiyordu. Ona ''Nerelisin?'' diyenler oldukça fazlaydı ve Türk olduğunu duyduklarında şaşırmadan edemiyorlardı. Henüz kendini açabileceği bir arkadaşı olmamıştı, Korece kursunda birkaç arkadaşı olsa da kendini açacağı kadar yakın değildi ve arkadaşlıkları kursla sınırlıydı.
Dağhan düşüncelerinde hapsolmuşken 7Eleven'ın sensörlü kapısının açıldığını, siyah kapüşonlusunun üzerine giydiği yine aynı renk deri ceketi; altında dizleri yırtık skinny jeans'i ile NCT Dream'in ana vokali Lee Donghyuck'un girdiğini fark etmedi. Lee Donghyuck, idol olmasının verdiği sorumlulukla siyah hoodiesinin kapüşonunu başına geçirmiş, siyah maskesini burnuna kadar çekmişti. Siyah saçları ise alnına dökülüyordu ve üzerindeki deri ceket onu liseli kötü bir çocuk gibi gösteriyordu. Kamera önünde ne kadar çılgınsa, kamera arkasında o kadar sakin ve sessiz bir mizacı vardı. O da aynı Dağhan gibi oldukça yorgundu, bugün programları oldukça yoğundu ve bu saatte anca dönebilmişlerdi.
Üyeler kendilerini yurda atarken Donghyuck bir şeyler atıştırmak için yurtlarına en yakın markete, Dağhan'ın çalıştığı 7Eleven'a gelmişti. Donghyuck rafların arasına girerek bardak ramenlerden birini, yanına da dolaptan şekersiz bir kola alarak kasaya doğru adımladı. Tuna adım seslerini duyduğunda irkilmeden edemedi, zira bir müşterinin girdiğini dahi işitmemişti. Donghyuck uzun, kemikli parmaklarının arasında tuttuklarını kasaya bırakırken Dağhan sakince ayaklanmıştı.
''Hoş geldiniz.'' Kısık, yumuşak sesiyle mırıldandığında, esmer beden hafif bir baş selamı vermişti.
''Merhaba.'' Maskeden dolayı boğuk çıkan sesi ile karşılık verdiğinde şaşırmadan edememişti, bu markete defalarca geldiği hâlde yabancı çocuğu ilk defa görüyordu. Demek ki önceki liseli kız bırakmıştı zira en son 7 ay önce gelmişti bu markete. Donghyuck çok uzun sayılmazdı, lâkin karşısındaki bedenle aralarındaki fark öyle çoktu ki, küçük bedene tepeden bakıyordu. Korecesi düzgün olsa da, telaffuz şeklinden dolayı yabancı olduğunu anlamıştı. Dağhan'nın başı eğik olduğu için sadece Kumral rengi saçlarını görebiliyordu. Dağhan iki ürünü okutup başını kaldırdığında, esmer bedenle göz göze geldi.
''10 bin won.''
Donghyuck karşısındaki küçük bedenle göz göze geldiği an kalbine küçük bir kor parçası düştü, kulakları uğuldadı. Dağhan'ın yumuşak sesi kulaklarında yankılanırken Louis Vuitton baskılı siyah cüzdanından tam miktarı alıp karşısındaki bedene uzatmakla yetindi.
- - - - -
Özgün bir kurgu ile karşınızdayım. Daha önce hiç böyle bir kurguya denk gelmemiştim, gece yatarken aklıma geldi ve bum! İşte buradayım. Açıkçası aşırı heyecanlandım. İlham geldiği sürece güzel olacağını düşünüyorum. Gay bir Türk çocuk ve NCT Dream, mmmh.
İki main'imiz olacak. Biri Donghyuck ama diğeri kim olsa?
Mark, Jaemin ya da Jeno karar veremedim. Neyse, umarım sever, destek olursunuz. Bye!
©imsadyea
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stb :: nct dream
Fanfictionshy turkish boy. Bu hikaye gay olduğu için ailesinin psikolojik şiddetine maruz kaldığı için evden ve Türkiye'den kaçan Dağhan ile, dünyaca ünlü erkek grubu NCT'nin alt grubu NCT Dream üyeleri, özellikle aralarından iki üye ile arasında geçen olayla...