Bir savaşın hüküm sürdüğü bu alanda, üstündeki kedi maskotuyla tek tatlı detayın ben olduğum konusunda hemfikirdik. Herkes indirime girmiş tek bir ürüne dahi aç gözle bakarken, masumca onları yatıştırma görevi de bana verilmişti. Terlemiş vücudum bu kostümün altından ortama ayak uydurmayı yeni başarmıştı, aksi halde tam 7 saattir bu kostümün içindeydim.
Derin ve sıcak bir nefes verdim, hayırlarına nefes almamız için birkaç delik bırakmışlardı ya, göğe kalkıp dua edesim geldi bir an.
Çocuklar ebeveynlerin yanında fazlalık olarak kaldığından, her indirim meraklısı ana baba çocuklarını bu alana getiriyorlardı. Tek neden de bendim! Dünyanın en tatlı maskotu diye anılacak bir görüntüye sahiptim ki bu övgüleri her gün duyuyordum. Kimi zaman bazı sulanan yavşaklar olsa dahi, çok tatlı insanlarla da fotoğraf çekilebiliyor ve sohbet etme şansımız olabiliyordu. Bu yüzden yarı yarıya işimi sevme ve sevmeme durumu ortaya çıkıyordu. Eh sevmemek daha ağır basıyordu ama çok da büyük bir detay değildi.
"Anne baksana, bir kedi!" Heyecanlı bir çocuk sesi kulaklarıma iliştiğinde, ondan tarafa döndüm. Şu bir gerçekti ki, çocukları sevmezdim. Ama saygılı ve tombul yanaklı oldular mı işte orada eriyordum. Tabi dozunda olurdu bu sevgi...
Karşımda bana parlayan gözlerle bakan çocuğun yanında annesi olduğunu öğrendiğim alımlı bir kadın duruyordu. Kendisi de güler yüzüyle bana ve benimle birlikte kostümler ardına saklanmış birkaç arkadaşımı izliyordu. Ellerimi, daha doğrusu patilerimi kaldırıp şirin olacağını tahmin ettiğim bir şekilde merhaba dercesine iki yana salladım ve bir diğer elimi de kostümün ağzına yaklaştırıp geri halde üfleyerek bir öpücük imajı bıraktım. Üflemeli olanındandı bu.
Çocuk daha da heyecanlanıp bu sefer yerinde hareketlenmeye başladığında, benim gibi küçük ve tombul ellerini öptü ve aynı şekilde de bana doğru üfledi. Hakkı yenmez çok karizmatik yapmıştı. Kıvırcık saçlarından birkaç tutam alnına düşmüştü, kızaran al yanakları da dıştan gel beni ye diye bağırıyordu resmen. İlk defa bu kadar tatlısına denk gelmiştim.
Elimle yanıma gelmesini işaret ettiğimde, ilk başta annesine bakıp tereddüt etti ama sonra annesi de onayladığında, nasıl olduğunu anlamadan dibimde belirdi. Küçüktü, en fazla 4 yaşındaydı ve nasılsa boyu şimdiden uzundu. Klasik erkek hormonları diye geçirdim içimden...
Standart bir kadının boyundan uzun da olsam, bu karşı cinse yukardan bakmamı engelleyen bir durum değildi. Hayatın bana uyguladığı çoğu kazıktan biriydi işte bu boy meselesi.
Çocuk bacaklarıma sarılıyor, annesinin bizi çeken telefonuna baya baya poz veriyordu. Hatta böyle bir duruş görmemiştim hayatımda! Öylesine profesyoneldi ki, karizmayı çizmeden çok tatlı çıkmıştı. Kostüm sayesinde beş karış açılan ağzımı görmüyorlardı şükür ki.
"Merhaba bayan kedi." Derken sevimlice gülümsedi tatlı çocuk. Fotoğraf çekimi bittiği gibi demişti bunu. Konuşamadığımdan ellerimle selam verdim küçük çocuğa.
"Bir şey sormak istiyorum, acaba sizinle sarılırken fotoğraf çekebilir miyiz?" Bu yaşına rağmen inanılmaz bir Türkçeye sahipti. Kafamı yavaşça olumlu anlamda salladım, eş zamanlı olarak da gözleri parladı küçük çocuğun. Bu insansa ben neyim diye geçirdim içimden.
"Anne bizi çekebilir misin?" Annesi hala bize bakarken tek kaşını kaldırmış çocuğundan bir atak daha bekliyormuşçasına bakıyordu. Ben dahi anlamazken çocuk anlamış olacak ki, "Lütfen..." dedi beyefendi bir şekilde. İnanamıyordum, fazla saygılıydı!
Annesi daha demin çantasına koyduğu telefonu geri çıkardı ve enlemesine doğru bize tuttu. Alttan çocuk bacaklarıma sarılmıştı, ben de bir kolumu küçük beline dolayıp, boş kalan elimle de komik olacağını düşündüğüm bir şekilde orta ve işaret parmağı dik tutacak konumda kulak haline getirdim ve küçük çocuğun fark etmesine izin vermeden başının üzerine koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKOT BAŞA BELADIR!
Teen FictionEğlenceli bir maceraya dahil olmak her yiğidin harcı değildir diyenlere kapak sokmak ister misin? O zaman ~Maskot başa beladır~'a hoşgeldin bebeğim🤙🏻