Sessizliğim taşsa yüreğimden , ne köy kalır ne de kasaba ..
Umutsuz bir hayatın pençelerinde çırpınıyorum. Hani filmlerde olur ya ,adam uçurumdan düşerken dağın kenarından uzanan küçücük , zayıf bir dala tutunur. Ölümle yaşam arasında savaş başlamıştır . Adam çoktan ümidini kesmiştir aslında . Ama küçük dal parçası karar verememektedir. Asıl savaş onun içindir . Ya küçük bir dalının kırılmasına göz yumacak ve adam ölecektir ; ya da gücü yetene kadar savaşıp ,dağa tutunan ince kökleriyle birlikte adam yine ölecektir. Ama hep sonuç aynı olur . Dal kendisine kıyamamış ve adamın yanlız ölmesine göz yummuştur .
Peki ya dal o adamı yanlız itmeseydi ölüme ne olurdu hiç düşündünüz mü ? Ben düşünmedim . Ve "Acaba ben ne yapardım? " sorusunun cevabını vermekten de kurtulmuş oldum . Çünkü vicdanımla hesaplaşmaya girecek olsam herzman doğru cevaba ulaşabileceğimi biliyorum . Beni çıkmaza sürükleyen de bu oluyor ...
Nankörlüğü tattınız mı hiç ? İnsanoğlu bu . Her bir yerinde ayrı bokluk . Lafta en mükemmel varlık tabi . İşin saçma yanı şu ki mükemmel oldukları için hataya düşüyorlar . Kaçınılmaz gerçek bu ...
İnsanlar işte tam da burada ikiye ayrılıyorlar : nankörler ve nankörler tarafından kazık yiyenler .. Ben mi ? Ben kazık yiyenler tarafındayım . Kimden mi ? İkiz kardeşimden . Demişler ya , dost kazanmaya bak bu dünyada , düşmanı annen de doğurur . Bu gerçekliğin maddeye dönmüş somut haliyim aslında ..
Kestane rengi saçlarım , mavi gözlerimle karşınızda Derin .Ve kız kardeşim Deniz .
Kaderimin bana çizdiği sıradan bir hayatın içindeyim . Bir Derin Öztürk olarak.. Soyadımı da söyledim . Evet , gerçekten soyadımda gurur duyuyorum . Havalı ve istediğim her şeyi yaptırabildiğim en önemli özelliğim .. Bundan memnunum . Ama bana bu soyadını veren babamdan değil elbette.. Umursamaz adamın teki o . Şımarık büyüyen dertsiz zengin züppesi işte . Babamı her ne kadar önemsemesem de annemi bir o kadar da severim . "Yuvayı dişi kuş kurarmış" ın en cadoloz örneği . Cadı felan ama bir o kadar da becerikli . Şu an kokusunu aldığım muhteşem kahvaltının da mimarı ayrıca ...Herzamanki gibi sabah annemin tarifsiz kahvaltı hazırlıklarıyla uyandım . Babam her zamanki gibi bir köşeye çekilmiş gazete okuyordu. Birden kapı çaldı . Annem gelenin postacı olduğunu görerek sıcak bir gülümseme yolladı adama .
Annem bize her ne kadar bağırsa da iyi kadın şimdi , sıcakkanlı mesela . Ama tersine babam da bir o kadar itici ve suratsız. Ben bunları düşünürken gözüm anneme takıldı . Bir yandan zarfı açmaya çalışırken bir yandan " kızlar ne dikildiniz bee . Hadi kahvaltııı !" Diye de bize seslendi . O sırada zarfın içinden birkaç fotoğraf çıkardı. Annem zarftan çıkan fotoğraflarla dondu kaldı . Bize baktı ve küçük dudak hareketleriyle " odanıza çıkın " dedi belirli belirsiz . Biz koşarak odalarımıza gittik . Ama korkudan bir yandan ağlıyorduk. Bir bağırış bir çağırış ve son bir feryat duyduk . Seslerin kesildiğine emin olduktan sonra aşşağıya indik . Ve hayatımızın yönünü değiştiren o şeyi gördük : annemin boylu boyunca uzanan cesedini ..
Babam ne yapacağını bilmez bir halde oturuken Deniz koşarak annemin yanına gitti ve ağlamaya başladı . Ben de babama göstermeden polisi aradım derhal . Polisle işimi bitirdikten sonra gidip annemin başucuna oturup transa geçmiş gibi hiç bir tepki vermeden onu izledim . Kalkıp bize bağırması için dua ettim Allah'a ... Olmadı . Annem kalkıp kızamadı bize ..
Deniz'in hıçkırıklarından başka bir şey duyulmaz oldu . Sonra babam ani bir atakla kalktı Deniz'in saçından tutup kenarda duran komidinin üstüne savurdu . Deniz'in sesi bir anda kesildi . Babam ona doğru gitti ve şiddetlice tekmeler atmaya başladı "Bunu kimse bilmeyecek , anladın mı !! " diye bağırmaya başladı . O sırada polislerin siren sesleri duyuldu . Babam Deniz'den gözlerini ayırdı ve bana ölümcül bakışlar atarken "Sen !" dedi . "Sen aradın onları . Seni pis sürtük ben senin babanım !" Dedi ve Öfkeyle üzerime yürümeye başladı . Bir hışımla salladığı tokadı hatırlıyorum. Yanağımda hissettiğim derin sızının ardından son bir şey duydum "2440 ,,2440,, bilinen yere acil ambu...."