Kızıla boyanmış çalıların arkasına saklanan adam geri çekildi. Göreceğini görmüştü. Geldiği yöne doğru sarsak sarsak ilerledi. Attığı her adımla birlikte yola gözyaşları dökülüyordu. Üzerindeki koyu kahve cekete rağmen üşüdüğünü hissediyordu. Kaldırıma çıktı; sokaktaki dilencinin, kuşların cıvıltısının, birkaç çocuğu kovalayan köpeğin ayırdında olmadan yürümeye devam etti. Biraz sonra karşıya geçti. Ne kadar yavaş yürüdüğünün farkında değildi.
Yoldan geçen bir arabanın şoförü korna çaldı ona doğru. Duymamıştı. Zira kulaklarında sadece kahkaha sesi vardı. Hayatında duyduğu en güzel kahkaha... Kendisinin asla sahip olamayacağı bu kahkaha mistik bir melodi gibiydi onun için. Onu böyle güzel kahkaha atmaya iten şeyin ne olduğunu merak etti. Kendisiyleyken hiç böyle görmemişti çünkü. Genelde sabit bir yüz ifadesi takınır, sanki önceden planlanmış gibi sinir bozucu derecede sakin ve düzenli tavırlar sergilerdi. Oysa dakikalar önce gördüğü bu kadın zihnindeki tanımdan tamamen farklıydı. Karşısındaki adamın gözlerine parlayan gözleriyle bakıp heyecanla konuşurken havada olan ellerini tatlı bir telaşla oynatıyordu. İç çekti.
Yol üzerindeki büfeden sigara aldı. Sigara içmek gibi bir alışkanlığı yoktu, beceremezdi içmeyi. Titreyen elleriyle ateşi yaklaştırdı dala. Yanan daldan bir nefes çekti içine. Bir nefes daha çekmeye dayanamadan öksürmeye başladı. Tekrar çekti içine nefesi, bu seferki daha büyük bir nefesti. Başını gökyüzüne kaldırdı. Bulutluydu, yıldızlardan emare yoktu. Sigaranın külünü döktü. Biraz daha içti.
En sonunda izmariti söndürüp çöp kutusuna atarken yerde boynu bükük bir papatya gördü. Altın sarısı yaprakları dikkatini çekti. Eğilip kokladı, koku gelmedi. Aniden aklına gelen eski bir bilgiyle çiçeği kopardı, artık kokusu geliyordu. Histerik bir kahkaha attı. Papatyayı özenle cüzdanına koydu.
Düğünden geldiği her halinden belli olan sesin yoluna saptı. Kalabalığın arasına karıştı. İnsanlar mutlu bir şekilde kahkaha atıp yöresel oyunlarını oynuyor, çocuklar koşuşturup birbirlerini yakalamaya çalışıyorlardı. Her çocuğun elinde kırmızı birer balon vardı. Kalabalığın gerisinde duvara yaslanmış bir şekilde diğer çocukların elindeki balonu izleyen çocuğu görene kadar öyle zannediyordu. On-on iki yaşlarında olmalıydı. Saçları kısa ve kahverengiydi. Üzerinde siyah düz bir t-shirt ve siyah bir pantolon vardı. Eskimiş ayakkabılarıyla önündeki taşları eşeliyordu.
Adam bu görüntüyü görmeye dayanamadı ve etrafına bakınıp balon satıcısını aramaya başladı. Gözleri aradığını bulunca hemen ona doğru ilerledi. Satıcının elindeki balonlara baktı, gördüğü onu huzursuzlandırdı.
"Kolay gelsin! Kırmızı balon yok mu acaba?"
"Yok, birader."
"Peki elinizdekilerden başka bir renkte bir tane bile balon yok mu?"
Satıcı cıkladı. "Vardı var olmasına ama hepsi satıldı. Elimde sadece bunlar kaldı."
"Öyleyse bir tane balon rica edeceğim."
"Tabii..."
Adam gri balonun parasını ödedikten sonra kırmızı balonlu çocuklardan birine gitti.
"Merhaba, ben Dirim! Senin adın ne?"
Çocuk tanımadığı bu adama sorgular bir bakış attı. Dağınık siyah saçları ve hafiften morarmış göz altlarıyla düğüne ait olmadığını düşündü. Yine de cevapladı: "Merhaba! Adım Çağman. Bir şey mi istemiştiniz?"
Dirim elini ensesine attı. "Elindeki balonu benimkiyle değiştirir misin?"
Çocuk, Dirim'in elindeki soluk gri balona baktı. Hiç de ilgi çekici değildi. Kendi elindeki balonu çok severek almıştı. Üstelik annesi balona para vermek istemediği için kendi biriktirdiği harçlıklarını harcamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN SARISI
Short StoryKatıldığım bir yarışma için yazdığım kısa bir öyküdür. Okunma amacı gütmeden paylaşmak istedim.