Hayatta bazen sona geldiğimizi düşündüren anlar olur.Tünelin sonunda ışık olmadığını, başından beri her yerin kapkaranlık olduğunu gösteren anlar.Özellikle sevdiklerimiz yanımızda olmayınca.Bir başımıza sığınacak bir liman, tutunacak bir dal veya şefkatle bizi sarmalayacak kollar arayıp bulamayınca.Sırtınızı yaslayacağınız biri bulursunuz ya da bulduğunuzu düşünürsünüz ama çok geç olmadan o da elinizden gider.Hem de içinizdeki onca çiziğe bir tane daha eklemiş olarak gider.Hayat güzel olan her şeyi altüst eder.Dibi görmüş gibi hissedersiniz.
Şu an kardeşini deli gibi özleyen ve hiçbir suçu olmamasına rağmen kardeşini koruyamadığını düşünerek kendini suçlayan Lee Minho gibi.
Genç dedektif üniversitenin önündeki arabasına yaslanmış, büyüğünün içtiği sigarasını bitirmesini bekliyordu. Ona da teklif etmişti ama genç içmediğini belirtip geri çevirmişti.Hiçbir şey dememişti.Ortamdaki sessizliği bozmak istememişti.Konuşmasalarda iki adamın aklından geçen düşünceler bir haykırıştan farksızdı.Bu düşünceler Lee Minho'nun çektiği acıyı,pişmanlığı ve siniri barındırıyordu içinde.Jisung'da ise durumlar daha farklıydı.Onun düşünceleri daha çok mahcubiyet, şaşkınlık ve korku içeriyordu.Büyük olan gence sigarasından bir dal sunmuştu fakat genç dedektif içmediğini belirtip geri çevirmişti. Bu yüzden ellerini göğsünde kavuşturarak arabaya yaslanıp onu bekliyordu. İçiyse şimdi ne yapacakları konusunda kendini yiyip bitiriyordu.
Sigarasının sonlarına gelen dedektif dumanını içine çekti derin nefes alarak, sonraysa yere atıp ayağının altında ezdi. Arabanın ön koltuğuna doğru ilerledi, bunu farkeden genç de yaslanmayı bırakıp aracına bindi. "Nereye gidiyoruz?" dedi sesindeki hüzünlülüğü belli edip, 'acına ortağım' demeye çalışarak, aldığı cevap ise "Ofise" oldu sadece. Bu kısa cevap ona 'konuşmak istemiyorum, düşüncelerimle beni yalnız başıma bırak' demek istermişçesineydi, mesajı algılayan genç başını sallamakla yetindi ve arabayı çalıştırıp ofise doğru sürdü. Yoldaki arabaların seslerinden ve iki adamın sıkıntılı nefes seslerinden başka hiçbir şey duyulmuyordu.
Kimse konuşmaya yeltenmiyordu.Belki de ne kadar anlaşamadıklarını düşünseler de içten içe birbirlerini hep anlıyorlardı, değil mi?
...
Arabasını uygun bir yerde park etti dedektif.
Sonunda bu sessiz ortamdan çıkacaktı, ikisinin de konuşmadan ayrı ortamda kalması germişti onu. Siyah saçlı olan aracını kitleyip asansöre doğru hızla ilerleyen büyüğüne yetişti. 6. katı tuşlayıp beklediler.Hâla üzgün duran dedektifi merak edip "Daha iyi misin?" diye sordu oğlan, "Hm?" Gri saçlı adam aklındaki düşüncelerin susmayan sesleri yüzünden dedektifi duyamamıştı, dalgındı. "Daha iyi misin diye sordum." Büyük olan dedektif onunla ilgilenilmesini sevmişti anlaşılan, küçük bir tebessüm yayıldı yüzünde "Daha iyiyim." Değildi. "Seni bu kadar kendinle tek başına bırakmak yetti, eğer biraz daha düşünürsen, aklını kaçıracaksın." Yüzünü asansör kapısına tutarak onunla ilgilendiğini belli etmemeye çalışmıştı küçüğü.
Asansörün kapısı açıldığında genç oğlan önden ilerlemişti, arkasından da gri saçlı adam. Koridorda karşısına çıkan polisi durdurdu siyah saçlı dedektif, "Seungmin, bu plakalı aracı aramanı istiyorum senden, Nerede olduğunu bul." Not defterindeki plaka numarasını göstererek konuştu oğlan. İsmi Seungmin olan sarı saçlı polis dedektifi onayladı ve plakayı not edip yanlarından geçti.
Şimdiyse sadece aracın bulunmasını beklemek vardı.Gri saçlı adam kendi odasına ilerlerken küçüğü onu kolundan tutarak durdurdu "Yemek yemeyecek misin?" Oğlan başını hayır anlamında salladı, "Gitmene müsaade edeceğim.Hem Jeongin bu halini görse çok üzülür." Büyük olan istemese bile bıkkınlıkla onu sağ bileğinden tutup çeken bu ısrarcı çocuğun peşinden gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tulsa jesus freak•minsung
Fanfiction"Ekibimizde olan dedektif Lee Minho, kardeşi Lee Jeongin, kayıp. Ve şuan dedektifimizin bu psikolojiyle başa çıkıp olayı tek başına çözeceğine ihtimal bile vermiyorum, bu işte ona yardım etmelisin."