''Sessizlik iyidir, her şeyi söyler.''
Yamaç duvarın arkasına gizlenmiş, kimseye fark ettirmemişti kendini. Gözü o ikisinin üzerindeydi. Beyninde şimşekler çakıyor, kulakları uğulduyordu. Abisinin bu adamla bu kadar yakın olması sinirlerini oynatırken içindeki ses onu durduruyordu. Her zamanki deli hareketlerini yapmaktan çekiniyor, ortama öylece dalıp abisine hesap sormaya korkuyordu. ''Neden?'' demeye cesareti yoktu belki de, kim bilir. Ama bu sefer hiç yapmadığını yapacak, bütün ilgisini abisine verecek ve onu dikkatle izleyecekti.
Selim'in hareketlenmesiyle Yamaç olduğu yere sinerek kendini geri çekti. Uzattığı başını geri çekse de bu sefer daha çekingen ve yavaş hareketlerle uzattı. Gördüğü manzara abisi ile Vartolu'nun sarılmasıydı. Ne dediklerini duymuyordu ama abisinin gideceğini anlamıştı ve bulunduğu yerden uzaklaştı.
Ne yapacağını bilmiyordu. Bu durumu tek başına nasıl çözecekti. Daha durumun ne olduğunu bilmiyordu ama abisinin düşmanla dost olduğuna inkar etmeye çalışsa da emindi. Vartolu'yla nasıl dost olurdu anlamıyordu. O Kahraman'ı öldürmeye çalışmıştı. Onun yüzünden az kalsın abisi ölüyordu. Şansı yaver gitmese şu an abisinin toprağını seviyor olabilirdi. Abisinin canına kast eden, Çukur'a savaş açan bu adamla Selim'in ne işi olurdu ki...
Kendini evde bulmuştu Yamaç. Şu an ona iyi gelecek tek şey, baş ağrısını dindirecek, huzur verecek tek bir şey vardı. Odanın kapısını açtı ve ''Yamaç?'' sesini duymasıyla sanki bütün kötü düşünceler uçmuştu. Yüzünü bir gülümseme kapladı. Bağdaş kurup karşısına oturdu ve kollarını kadının beline sardı. O da boynuna dolayarak ve huzur veren gülümsemesini sunarak karşılık verdi. ''Hoş geldin sevgilim.''
Yamaç kızı belinden tutup kendine çekip sarıldı ve başını onun omzuna koyarken ''İyi ki varsın sevgilim, iyi ki yanımdasın.'' dedi ve başını boynuna gömüp kokusunu içine çekti. Sena da anlamıştı bir şeylerin yolunda olmadığını, sessiz kaldı. Kollarını daha sıkı sardı ve sırtını sıvazladı. Onun yanında olduğunu, ona destek olduğunu göstermek istedi. Çünkü o Yamaç'ın ilacıydı. Yamaç ne zaman kötüleşse onu iyi eden Sena'ydı.
**********
Koçovalı evinde yine gergin bir sabah başlamıştı. Kahvaltı masasında kadınlar sonunda sofrayı kurmuş ve oturmuştu. Sessiz ve gergin bir yemek vardı. Kahraman'ın ateş saçan gözleri bir annesinde bir babasındaydı. Sultan umursamıyor, keyifle önündeki kahvaltısına odaklanmış, atıştırıyordu. İdris ise göz göze gelecek cesareti bu sefer bulamamış, başını tabağına eğmiş, zeytiniyle oynuyordu.
Yamaç geri geldiğinden beri Kahraman öncesinden daha endişeliydi ve babasına artık sabrı kalmamıştı. Tehlikedelerdi, üstlerine kurşunlar yağıyordu ve annesi Yamaç'ı da bu tehlikenin ortasına sokmuştu. Yamaç babasıyla olan küslüğünden evde kalmıyordu. Onu göremediğinden, gözünün önünde olmadığından dolayı Kahraman daha çok endişeleniyordu. Her şey babasının suçuydu.
Vartolu evet düşmandı. Kahraman bunu inkar etmiyordu. Üstüne kurşun sıkan adamla dost olacak değildi ama bunun sebebinin Vartolu değil de babası olduğunu biliyordu. Vartolu ile anlaşmışlardı. Uyuşturucu üretmeyecek, sadece Çukur'u malları için korunaklı bir depo olarak kullanacaktı. Babası da tamam demişti ama Vartolu Çukur'a gelip babası ile görüştüğünde İdris Koçovalı sözünden vaz caymış ve savaşı başlatmıştı.
Vartolu'nun sandıklarından daha güçlü olacağı akıllarına gelmemişti tabi ki. Babasına, Kahraman'a, Selim'e ve hapisteki Cumali ile Akın'a varana kadar bütün Koçovalı erkeklerine saldırmıştı. Hepsi de kurtulmuştu çok şükür. Bunun üstüne bütün silahların aniden kaybolmasıyla Vartolu ile tekrar anlaşmaya varmışlar, üstelik onun Çukur'da elini kolunu sallaya sallaya dolaştığını görmüşlerdi. Yetmezmiş gibi diplerindeki evi satın almıştı. Üstelik Çukur'da İdris'in üstüne olmayan evleri, yani Çukur'un %40'ını satın almıştı. O evleri satmakla tehdit ederek İdris'in bütün evlerini de kendi üstüne yapmasını istemişti. Artık bütün Çukur resmi olarak onundu.
İpleri bu denli eline geçirmesini ve böyle güçlü olmasını kimse ama kimse beklememişti. Fakat hala bütün Çukur İdris'in yanındaydı. Kahraman artık anlamıyordu. Neden? Hiçbir şeyi beceremeyen ve güçlü gözükmeye çalışan ama güçlü bile olmayan İdris'in arkasında neden duruyorlardı? Babalığı hani neredeydi? Yamaç'ı anlıyordu, eğer geride bırakacağı insanlar olmasa o da hiç düşünmeden giderdi Çukur'dan. Onun gözünde artık Çukur yoktu, sadece insanlar vardı, koruması gereken ailesi vardı. Kızı vardı, yeğenleri, kardeşleri... Her ne kadar sinirli olsa da annesi ve babası. Bütün bu olanlardan sonra büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. İçinden çok dua etmişti daha fazlası olmasın, annem ve babam beni daha fazla hüsrana uğratmasın diye. Fakat kader onun tarafında değildi. Er ya da geç, hüsran vaktiydi.
**********
''Evde durumlar nasıl?'' dedi önündeki şömineye bir odun daha atarken.
''Tahmin ettiğin gibi.'' dedi gülümseyerek Selim. Onun gülümsemesi Vartolu'nun ciddi duran yüzüne de sıcak bir gülümseme koymuştu, biraz da sinsi.
''Her şey beklediğimiz gibi desene.''
''...''
''Bir şey mi oldu?''
''O ev... Beni boğuyor.''
Vartolu anlamıştı. Gözlerine baktı, konuşmasına gerek yoktu. Sadece bakması yeterdi konuşmak için. 'İstediğin zaman bana gel.' Selim Vartolu'nun demek istediğini anlamıştı ve adamın yanına gidip onun üstüne eğilerek sarıldı. Sarılmak, onlar için, özlem duydukları, hasret kaldıkları o kardeşliğin ifadelerinden biriydi. Vartolu güçlü duruyordu, ona sarıldığı için mutlu ve huzurluydu. Selim ise bu duyguda boğulmadan edemedi, gözleri doldu. Kollarını istemeden ayırdı ve o boğucu eve gitmeden önce ''Sonra görüşürüz kardeş.'' dedi.