bir

17 1 3
                                    

Cayır cayır yanan güneş bütün ısısını altındaki koca okyanusa yansıtıyor fakat buzu aratmayan ferah okyanus kendinden ödün veriyor gibi görünmüyordu. Ferahlatıcı koyu mavisi hafifçe dalgalanıyor, küçük balıkların göç hareketleri az buçuk yüzeyinden görünüyordu. Hayat dolu martı seslerinin çoğunluğu sakin denizde ilerleyen büyük bir geminin tarafından yükseliyordu.

"Kaptan!"

Kısa saçına rağmen güvercinlerle yollanan not kağıdı kalınlığında bir örgü saçı küpeli sol kulağının üstünden geçiyor, çene hattında bitiyordu gencin. Çanaklıktan kendini sarkıtmadan önce büyük dürbününü yere bıraktı. Pek eforsuz şekilde, çıplak elleriyle halata tutunarak yaklaşık yirmi metre yukardan önce vücudunu sarkıttı, sonra aralıklarla ellerini salarak yapılı vücudunun bir süre havada süzülmesine izin verdi, normal insana oldukça acı verecek şekilde halata ara ara tutunarak bir süre sonra tamamen saldı halatı ve sertçe ayaklarının üstünde düştü.

Hafif eğilmişken kaptanının botunun arka tabanını gördü kafasını kaldırmadan önce. Kaptan, kemereye kollarını yaslamış, kalınca sarılmış tütününü içerken uzaklara bakıyordu güneş yüzünden kıstığı gözleriyle. Sıcaktan dolayı kenara astığı uzun ceket kara ve koyu kırmızının birlikte dans ettiği bir desene sahipti. Oldukça eskimiş fakat eskidikçe güzelleşmiş gibiydi. Arkasındaki genci umursamadan masmavi denize bakınmayı sürdürdü.

"Kaptan,'" dedi bu sefer daha dolu bir sesle.

"Söyle."

Heyecanına heyecan katıldığını hisseden örgülü genişçe gülümsedi ve parmağıyla geminin burnuna doğru işaret etti sanki kaptan görüyormuş gibi.

"Mola."

"Hayır. İki saatlik yolumuz kaldı zaten. Mola verirsek güneş batmadan varamayız."

"Ama," diyerek o da kemereye yasladı avuçlarını. Şınav çekiyormuş gibi göğüslerini kalın tahtaya yatırdı, tam ellerinin tersine yaslanan çıplak dolgun göğüsler puf gibi içe göçtü, geri kaldırdı vücudunu ve bunu çokça tekrarladı. "Çok güzel kadınlar varmış," dedi sırıtarak ve apaçık gözlerle kaptanın gözlerine yandan bakarken.

"...Buraya demir atıyoruz! Sen de üstüne bir şeyler giy."

Tayfasında kargaşa başladı. Kimi halatlarla uğraşırken kimi dümende tartışıyor, oldukça ses çıkartıyorlardı. Minho şakaklarını ovalarken kapattığı gözlerinin baş ağrısını unutturmasını umdu fakat gürültüsüne daha fazla gürültü eklendi.

"Ne yapıyorsun?"

Kendisi de dahil etrafındaki herkesin tersine oldukça temiz ve şık giyimli, görenin 'bu adam maskeli baloya korsan kıyafetiyle gidiyor olmalı!' diye düşüneceği kızıl saçlı beyefendiyi bir şeyler rahatsız etmiş gibiydi. Onun aksine kaptan sakin ve yorgun görünüyordu.

"Ne var Chan. Ne var ne?"

"Molasız demiştik!"

Azarlanmaktan hiç de rahatsız olmamış kaptan derin bir nefes verip gözlerini temiz beyefendiye çevirdi, "Uyumak istiyorum. Şu siktiğimin gürültücü fareleri yüzünden gözüme uyku girmiyor."

"Aa, ne üzüldüm şimdi!" Soyulmaya ve yosunlanmaya başlamış bakır fakat imleçleri altından olan pusulayı gözüne sokar gibi yaptı. "Şunu görüyor musun şunu, kuzeye gitmek için can atıyor yavrum! Yavrumuz Minho!"

"Yetti!"

Belli ki geminin rotacısı olan gence ağır bir omuz atarak kabinine girdi. Hiçbir zaman amacı gemisine çer çöp doldurmak olmayan genç kaptan, yattığı ranzanın neredeyse yüzüne kapaklanacak tahtalarını incelerken gözleri ağırlaştı, altı morarmış yorgun gözler kapandı ve Kaptan Minho tatlı bir ezgi duyduğunu hayal ederek uykuya dalar gibi oldu fakat büyük ihtimalle güvertede çıkan bir kavga nedeniyle yerinden zıpladı. Uykusuzken normalden daha sinirli olduğu bir gerçekti, okyanus kokan rutubetli kabinden çıktı bir hışımla.

those charming menHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin