0. Bölüm: Tozlu Geçit

71 4 123
                                    


Bir cuma günü okuldan daha yeni çıkmıştık. İlkbaharın ve okulun son haftalarındaydık. Ilık hava ve hafif meltem, olabilecek en güzel ortamlardan birini sunuyordu. Okuldan ayrılmadan önce az sonra bize yetişeceğini söyleyen Shine'ın sesini duydum. Arkamızdan koşarak geldi ama yanımıza gelince durmadı, bunun yerine yanımızdan geçip birkaç adım önümüzden yürüyen Nate'e bir şaplak attı.

Biz kahkahalara boğulurken o kaçmaya, Nate ise arkasından koşmaya başladı. O da gülüyordu aslında ama asla altta kalmayacağını hepimiz biliyorduk. Kovalamaca sokağın bitimindeki yaya geçidinin karşı tarafına kadar sürdü. Nate sonunda yetişip Shine'ın üstüne atlayınca kaldırımın köşesinden ormanın başlangıcındaki toprak zemine yuvarlandılar. Hâlâ gülüyorduk ama daha alçakta kalan toprakta onları göremediğimiz için ne olur ne olmaz hızlandık.

Yanlarına vardığımızda ne boğuşuyor ne gülüşüyorlardı. Orada öylece durmuş önlerindeki patikanın sonundaki kapıya bakıyorlardı. Aaron yokuştan aşağı kayıp benim de aşağı inmeme yardım etti. Hepimiz hayretler içinde önümüzdeki kapıya bakıyorduk. Her gün kullandığımız yolda böyle bir şeyi fark etmemiş olmamız imkansızdı.

Ahşap kapıyı ayakta tutan gümüş kapı çerçevesi başka hiçbir şeye bağlı değildi. Çevresini saran hiçbir duvar yoktu. Sarmaşıklar ve çalılarla yavaşça onu yutmakta olan ormanın önünde tek başına dikilmiş duruyordu. Gümüş çerçevenin parıltısı üstünü kaplayan toz tabakası tarafından soldurulmuştu.

Sonunda Shine ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü. Arkasına baktı, çevresinde dolaştı ve tozlu kapının her yanını inceledi. Bir adım geriledi ve aklına gelen son şeyi yaptı. Açmak için kulba uzandı.

Eli kulba temas ettiği anda eski ahşap kapı her renkten ışıklarla parlamaya ve müthiş bir enerji yaymaya başladı. Korkuyla geri çekilen Shine "Nedir bu?" dedi küçük bir fısıltı şeklinde. Kapıdan yayılan ışıktan mı kaynaklanıyor bilmiyorum ama sanki çevresini gölgede bırakıyor gibiydi.

Gitgide daha karanlık hâle gelen manzarada sahne ışığı altındaki bir performansçı gibi duran kapı, tekinsiz ama -nasıl oluyorsa- huzur verici bir uğultu yayıyordu.
Bizi kendisine çağırıyormuş gibiydi. Uygunsuz notalar mırıldanarak bizi hipnoz ediyor gibiydi.

Aramızdan iradesi en zayıf olan Aaron kulbu kavrayıp savurmaya hazırmış gibi ilerlemeye başladı. O an onu durdurmak için elimden gelen her şeyi yapıyordum. Yemin ederim yapıyordum. Bağırıyor, kolundan yakalayıp onu geri çekmek için öne atılıyordum. Sıkıntı şu; bunları yapan bendim, vücudum değil.

Kelimelerim ağzımı terk edemeden kül oluyor, her kıpırdamaya çalıştığımda kaslarım taş kesiyordu. Daha dikkatli bakınca Aaron da aslında kapıya doğru ilerlemiyor gibiydi, yüzündeki ifade durmayı ne kadar istediğini gösteriyordu ama isteği yerine gelmiyordu.

Kapıyı açtı.
...

Kendi irademle yürümediğimi biliyordum ama kendime engel de olamıyordum. Kapıdan geçerken gözlerim kamaşmaya başladı. Her tarafımızı saran güneş ışığı sanki tüm kudretiyle yüzümüze parlıyordu. Aydınlığa alıştıkça çevremizde olanların da farkına varmaya başladım. Üzerine yığılmış olduğumuz altın gibi parlayan taştan yolun kenarlarında uzanan yemyeşil çimler arkamızda uzanan orman tarafından gölgeleniyordu. Huzur verici manzarayı izlerken birinin bize seslendiğini fark etmemiz uzun sürdü.

Nereden geldiğini anlayamadığımız ses "Buraya, ben buradayım!" diye bağırıyordu. Sonunda geldiğimiz kapının sağındaki ağaca asılı küçücük bir ev fark ettim. Evin verandasında küçük bir porselen heykel gibi duran bir adam kollarını aşağı yukarı sallıyordu. Onu gördüğümüzden emin olan minik adam boyuna göre fazlasıyla asabi bir tonda konuşmaya başladı.

Efsunlu YolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin