"Hayatım son zamanlarda öyle hızlı değişti ki. Bu derece savrulmayı ben bile beklemiyordum. Hep daha kötüsüne hazırlarım kendimi, karakterim böyle benim. Ama şu an olduğum noktada anlayamıyorum iyi miyim kötü müyüm. Son olaylardan sonra kendimizi yine yalıda bulduk. Seyran ve Ferit dönerken bizi de yanlarında getirdiler. Ya da sürüklediler mi demeliyim? Benim için pek de değişen bir şey yok gerçi. Daha büyük bir evde yaşamak dışında. Bir de Abidin'i her gün görmek zorunda olmam var tabi. Ona kırgınlığım öyle büyük ki. Ama içimde bir yerlerde hala ona dair bir şeyler var. Bunu inkar edemem. Bu evde yapabileceğim pek bir şey yok şimdilik. Görünmemeye çalışıyorum daha çok. Bir kenarda öylece beklemek... Sessizce... Kimsenin gözüne batmamaya çalışarak. Özellikle babamın dikkatini çekmemek için çok çabalıyorum. İçten içe korkuyorum aslında. Beni evlendirme fikri hep aklının bir köşesinde bekliyor muhtemelen. Sadece doğru kişiyi bekliyor. Babam için doğru kişi zengin, güçlü herhangi biri. Peki benim için? Benim için neyin önemli olduğunun bir önemi var mı ki gerçi! Sürükleniyorum... Hayatımın yok olmasını, hiç olmasını izliyorum sanki her gün. Ayak uydurmaya çalışıyorum ama başarılı olduğum söylenemez. Onun dışında ne farklı diye düşününce bahsedebileceğim bir şey daha var.
Kaya... Ferit'in kuzeniymiş. Uzun süre Londra'da yaşamışlar. Bir anda apar topar geldiler kimse beklemezken. Onu ilk kez bizim eve Ferit'le konuşmaya geldiklerinde gördüm. Giyimi kuşamı... bir değişik. Bugüne kadar gördüğüm kimseye benzemiyor doğrusu. Seyran biraz bahsetmişti bana. Onunla paylaştığı bir şeyi ulu orta söyleyince bazı olaylar yaşanmıştı. O günden beri güvenilmez biri olduğunu düşünmekten alamıyorum kendimi. Zihnimin bir yerlerine kodladım "Kayaya güvenme!" diye. İşte eve geldiklerinde gördüm onu. Tuhaf kıyafeti, savruk saçları ve delici bakışları. Ha bir de yara bere içindeki yüzü. Ferit'le kavgalarından kalma. İlk izlenimim buydu. Bir daha hiç karşılaşmayız sanmıştım o gün. Ama şimdi bu yalıya gelince... Her gün görüyorum onu ve ben bu adama nasıl davranmam gerektiğini pek bilmiyorum doğrusu. İyi biri mi kötü biri mi bilmiyorum. Sadece hala güvenilmez biri olduğunu düşünüyorum. İfadesiz durmaya çalışsam da seyranın anlattıklarından dolayı tarafsız kalamıyorum işte. Yine de gerekmedikçe muhattap olmamaya özen gösteriyorum. Neden ondan bu...""Sunaaaa! Neredesin sen!"
Duyduğu sesle elindeki defteri hızlıca kapatıp oturduğu koltuğun yastıklarının arkasına sakladı. Kendisine seslenen halasıydı.
"Buradayım hala, oturuyordum."
Kadın çatık kaşlarıyla konuştu.
"Oturma sırası mı şimdi? Bomboş şeylerle uğraşma da git annene yardım et. Hala yerleşmeye çalışıyoruz, biliyorsun. Fazla da ayak altında dolanma. En nihayetinde bizim evimiz değil burası. Misafir sayılırız. Durmasana kızım, yürüsene!"
Genç kız, isteksizce oturduğu yerden kalktı. Günlüğünü tamamen unutmuştu halasının söylediklerini duyunca. Azar dinleyecek gücü yoktu artık. Aceleyle içeri, annesinin yanına koşturdu.
Adam bu sabah dalgındı. Biraz ayılabilmek için yalının boğaza bakan bahçesine çıkıp temiz hava almak istemişti. Düşünceler peşini bırakmıyordu bir türlü. Annesi, intikam adı altında onu da buraya sürüklemişti. Londra'da bir hayatı vardı. Bir düzeni, sevdiği arkadaşları, bir işi vardı. Buradaysa hiçbir şeyi yoktu. Aile diye ona tanıtılan bu insanlar da ailesi değildi, hiçbiriyle bir yakınlık kuramayacağı şimdiden belliydi. Akranı gibi görünen Ferit hiçbir şey için çabalaması gerekmemiş şımarık veledin tekiydi ona göre. Çocukluğundan beri hep bir şeyler için mücadele etmek zorunda kalmış Kaya için böyle birine katlanmak zordu. Seyran'sa... Seyran'ın amacını da, Ferit'e neden katlandığını da anlayabilmiş değildi. Çok aşıklardı sözde, öyle demişlerdi. Aşk gerçekten böyle bir şey miydi? Kendinden böylesine ödün verdiğin, o kişiyi severken koca bir hiçe dönüştüğün şeye aşk denebilir miydi? Kaya'ya göre Seyran'ın kendine yaptığı tam olarak buydu. Boğazın masmavi sularına bakarken bunlar geçiyordu adamın aklından. Burada, bu şehirde ne yapacaktı tam olarak? Annesi bu hayatta sahip olduğu tek şeydi, her şeydi. Kıymetlisiydi adamın. Onun için yapamayacağı şey yoktu belki de. Ama neden burada olmak zorundaydı? Burada ne yapacaktı? Nereden başlaması gerektiğini bile bilmiyordu. Kafası allak bullaktı. Bu aileye dair anladığı tek şey onların berbat insanlar olduğuydu. Hiçbirini tanımak, hiçbiriyle vakit geçirmek istemiyordu. Hele dedesiyle hiç. Bir an önce eski düzenine dönmenin bir yolu yok muydu? Annesini bu saçmalıktan vazgeçirmenin bir yolu... oflayarak arkasındaki büyük yastıklara yaslanınca sırtına sert bir şeyin çarpmasıyla geriye döndü bakmak için ve mavi, karton kapaklı bir defterle karşılaştı. Kim bırakmıştı ki bu defteri oraya? Ne olduğunu anlamak için açmaya karar verdi. Sayfaları çevirirken üst kısımlara atılan tarihleri görünce bunun bir günlük olduğunu anlaması uzun sürmedi. Ancak deftere baktığında anlayabildiği tek şey de tarihlerdi zaten. Yazılan her şey başka bir dilde yazılmıştı. "Sanırım Fransızca" diye geçirdi aklından. Deftere bakmak bir işe yaramıyordu. Kimin olduğunu anlamak imkansızdı doğrusu. Zaten bunun bir günlük olduğunu fark edince kapağını hemen kapatması gerektiğini düşünmüştü. Her kiminse o kişiye özeldi içinde yazan her şey. Kim olduğunu bilmese de bu saygısızlığı kimseye yapmak istemezdi doğrusu. Tam defterin kapağını kapatacaktı ki biri elinden hızlıca çekip aldı. Bu kişinin önce elleri girdi bakış açısına. Sonra öfkeli sesi kulaklarını doldurdu. En sonunda da çatık kaşlarıyla ona bakan yüzle karşılaştı.
![](https://img.wattpad.com/cover/358452217-288-k947206.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEKLENEN
Teen FictionSuna'nın uzun zamandır var olan yalnızlığı hayatına yeni giren birinin varlığıyla son bulur.