atkısına iyice gömüldü ve titremesini olabildiğince engellemeye çalıştı. yılın bu zamanlarını seviyordu, soğuğu gerçekten seviyordu ama bu kadarı da bünyesine fazla gelmişti. açıkta kalan tek yeri gözleri ve saçları olmasına rağmen kızarmış görünüyordu.
alucard granger'ın bu hâline kendi atkısının altından gülerek "en az seni ilk gördüğüm anki kadar mızmız ve şirin duruyorsun," diye takıldı. sesi kumaşın altında hafifçe boğulmasına rağmen oldukça netti. buna karşılık granger "sen de o anki kadar ukalasın," diye mırıldandı.
kafasını kaldırdığında alucard öylesine içten gülümsüyordu ki yüzünün yarısı kapalı olsa bile anlaşılıyordu. oğlanın saçlarından bir taç benzeri uzanıp sadece kulaklarını kapatan yumuşak başlığı nazikçe çekti ve yerine başından çıkardığı kendi beresini taktı. kulaklığı da üzerine yerleştirirken "üşüyeceğini biliyordum," dedi. "aslına bakarsan sırf senin için iki kat kazak giydim. içeriye girince bekle de birini sana giydireyim."
granger bedeni üşümeye devam etse dahi içinin ısındığını hissederek bir süre daha oğlana baktı. kafasını sorun çıkarmayacağını belirtir şekilde uslu uslu aşağı yukarı sallamıştı.
"eldivenlerimi de ister misin?" alucard cevap vermesine fırsat bırakmadan çıkarmıştı bile. granger'a büyük gelen eldivenleri uzattığı ellerine geçirirken "nerede kaldılar?" diye homurdandı huysuzca. bir asker dakikliğine sahipti ve karşısındakilerden de hep aynısını beklerdi. e çünkü neticede onlar da askerdi.. başka çevresi yoktu ki.
"didişiyorlardır kesin," derken açılan bileklerini çekiştirerek kapattı. "ondan geç kalmışlardır." bir saniye sonra aklına gelen şeyle gözleri dehşet içinde açıldı. "ya da daha kötüsü," diye ekledi kanı donmuşçasına. "guinevere de onlarla geliyordur."
alucard onun elinde olmadan verdiği tepkilerine hafif bir kahkaha attı. guinevere aslında ganger'a fazlasıyla samimi davranıyordu ama bazen ipin ucunu kaçırabiliyordu. ayrıca ciddi anlamda can yakan bir kızdı. fazla enerjisi, zaman zaman kişisel alana saygı duymayışı ve insanların üstünde kullanmayı sevdiği büyüleriyle küçük bir şeytana dönüşebiliyordu. granger'aysa ayrı bir ilgi besliyor, soğuk tavrını kırmak için her seferinde üstüne gidiyordu.
"şşh, senin de onu sevdiğini biliyorum."
granger gözlerini kaçırarak omuz silkti. bunun bir kabullenme olduğunu ikisi de biliyordu. "yine de bu gece gelmese-" cümlesi hapşırmasıyla bölünmüştü, "iyi olur."
"gel buraya." alucard kaldırdığı kolunun altına girmesi için onu davet ediyordu. oğlan beklemeden davetini kabul edip sıcak yuva bulmuş bir kuş gibi ona sığınıverdi. "asıl gelmişse iyi olur yoksa gusion'ı da lance'yi de boğacağım."
bu bahaneyle uzun zaman sonra ilk kez sarılmışlardı. granger birkaç saniye önce gelmesini dilediği insanları şimdi görmekten korkarak kafasını yere eğmişti. bu an hiç bitmesin istiyordu.
"ilk kez yeni yılda surların dışındayız," diye mırıldandı. "moniyan sokakları gözüme hiç bu kadar güzel görünmemişti."
"değil mi? buraların hep loş bir havası olurdu, bu kadar ışık görmeye ben de alışkın değilim."
"ayrıca kar.." alucard göz alıcı ışıklardan kafasını eğdiğinde granger'ın kokusu burnuna gelmişti. sırtını kavrayan koluyla onu biraz daha kendine çekti. bugün ne de uysaldı. "bembeyaz. hiç lekelenmemiş. en son köyde böyle kar görmüştüm. çocuklar dışarıda birbirlerine kar atıyordu, oynuyorlardı."
manastıra gelmeden öncesini hiç konuşmazdı granger. alucard da henüz bir çocukken neler yaşandığını tigreal'dan duymuştu. "ya sen ne yapıyordun?" diye sordu yumuşayan sesiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fallen nights
Fantasymy love is bigger than the stars, and you are bigger than the scars that you fill at night