bakışlarının bir süredir odağı olan sararmış harita, artık gözlerini kapatsa bile zihninde resmedebildiği bir görüntüydü. elindeki kalemin tersini ahşap masaya aralıklarla vururken, diğer kolu sandalyesinin kenarına dayadığı dirseğinden, zavallı bir adamın duruşunu andırarak, kucağına eğiliyordu. oysa o zavallı değildi, pes etmiş hiç değildi.
o kadar uzun süredir kendiyle ilgilenmeyi bırakmıştı ki altın sarısı saçları, kafasını eğdiğinde ifadesini gizleyecek kadar uzamıştı. abisini yemek için davet etmeye gelen harith masanın köşesinden tutunmuş, bu hâlini endişeli gözlerle izliyordu. yemeğin hazır olduğunu söyleyeli biraz olmuştu ama hâlâ cevap alamamıştı. kalem arada hareket etmiyor olsa gerçekten korkabilirdi.
cılız sesiyle "abi?" dedi yeniden. biraz daha cevap alamazsa ağlayacak gibiydi. sol ayağıyla durmadan diğer bacağını kaşıyor, masayı tutan parmakları bastırmaktan bembeyaz oluyordu. zaten küçüklüğünden beri evin altındaki bu havasız ve loş yerden korkmuştu. etraf ne olduğunu bilmediği eşyalarla dolu kutular, içkiler ve diğer ıvır zıvırlarla kaplanmış, ortadaki küçük açıklığa bir masa ve sandalye iliştirilmişti. işte abisi son zamanlarda gününün çoğunluğunu burada geçiriyordu.
düşünceli olduğu kadar yorgun çıkan sesiyle "aç değilim," dedi alucard. boğazı kullanılmamaktan pas tutmuştu sanki.
"sabah da yemedin," diye şansını zorladı harith. sessizliğine bakarak bunun abisi için yeterli bir gerekçe olmayacağını anlamıştı. "gerçekten, yalnız yemekten hoşlanmıyorum."
"harley'i çağırmayı dene."
abisi kafasını kaldırmadan konuşurken kalemi bir kez daha masaya vurdu. harith baştan savıldığını hissetmişti. parmaklarını bu kez eklemleri ağrıyana kadar köşeye bastırdı. "son üç gündür olduğu gibi mi?"
alucard "aslında lesley'den bir ricada bulunacağım," derken daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. harith kediyi andıran hafif çekik gözlerini kocaman açtı, kafasını merakla yana yatırdı. tam anlayamamıştı. "öyleyse bu kez de biz gidelim." işte şimdi sesi kendinden emin çıkmıştı. sandalyesinden hızla kalkıp kardeşinin yanına yürüdü. nihayet yüzü görünüyordu. yorgun, uykusuz ama iyi.. küçük ellerini rahatlamayla masadan çekti.
abisi önünde kısa bir an dizlerini kırarak durmuş sonra onu tek koluyla kaldırdığı gibi merdivenlere yönelmişti. bu basık yerden kurtulduğu için mutlulukla alucard'ın sırtından tutundu. onu taşıyan iri bir adam olduğu için böyle taşınmayı seviyordu. kimsenin ulaşamayacağı bir yerde oturuyor gibi..
"yemeği de alabilir miyiz?"
alucard cevap olarak mutfağa yürüyüp oğlanın istediği her şeyi bir sepete doldurdu. günlerdir onu bu kadar enerjik görmemişti harith, buna rağmen sorgulamak aklına gelmiyor, sadece mutlulukla gülüyordu.
arkadaşı birkaç sokak ötede, okyanusa daha yakın bir evde oturuyordu. kapı daha onlar çalmadan açıldığında abisinin kucağından atlayıverdi. "sürpriz!"
kapıyı açan kişi harith'in ablası lesley'di. ciddi ifadesine rağmen çocuğun kabarık saçlarını karıştırıp, geçmesi için bir adım geriye çekildi. kardeşi, arkadaşı harley'i bulmak için içeriye koşarken alucard mahçup tavrıyla eşikte durmaya devam ediyordu.
"kusura bakma," dedi içtenlikle, "habersiz kapına dayanmak istemezdim."
lesley 'dert etme' dercesine elini salladı. çoğu kıza kıyasla böyle konularda oldukça rahattı. "bizimkiler birkaç ay yok biliyorsun, sıkılıyorum zaten tek başıma."
"biliyorum." kafasını aşağı yukarı sallayarak sepeti uzattı. "giriyorum öyleyse." kız gözünün içine baka baka, bağladığı kollarıyla arkasını dönüp gitmişti. bu sinir bozucu karşılamaya iç çekerek o da içeri girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fallen nights
Fantasymy love is bigger than the stars, and you are bigger than the scars that you fill at night