❝ b i r ❞
========04/05/1909
prensin toprak tonlarını barındıran eşsiz gözleri, ayaklarının altındaki krem rengi kilimde dolanırken; yüzü aynaya yansıyan hizmetli, ince belini saran siyah, deri korsenin iplerini bağlamakla meşguldü. eylemlerinin anbean takip edildiğini fark ettiğinde kumral saçlı oğlan, telaşla hızlanmaya çalışıp, karmakarışık bir düğüme neden olmuştu.
gerginlikle çenesi titrerken, bu saygısızlığının bedelini ne kadar ağır ödemek zorunda kalacağını zihninde tartıyordu. çünkü jisung; tam ismiyle han krallığının varisi, veliaht prens han jisung, yaşının aksine sert ve otoriter ses tonuyla istediği herkesi önünde diz çöktürebilir, vereceği tek bir emirle onlarca insanın kellesini aldırabilirdi. yetiştiği şartlar onu böyle bir karaktere büründürmüş, sert kişiliğinin nedeni olmuştu.
bütün bedenini saran bu korku tir tir titretiyordu onu, özür dilemek için dudaklarını aralıyor fakat boğazına dizilen kelimeler dökülmüyordu. işte han jisung, en basit konuda bile böylesine vicdan azabı çektirebilir, inci tanelerinden oluşan bir göl yarattırabilirdi.
daha hayatının baharında bu kadar önem arz eden makama erebilen genç oğlan, yere; tam ayaklarının önüne acınası çaresizliğiyle çömelip af dileyen kelimelerini sıralamaya başladı. çekiniyordu, ölmek istemiyordu. belki kalan yaşamında zindanda çürüyebilirdi ama hayır, böylece ölemezdi. çünkü yaşamak istiyordu, yaşamak.
üç hece, yedi harf. lakin anlamı yıllar boyu nefes almak.
bu kez özür dilemek için değil, yaşamak için yalvarmaya başladı. canı yanıyordu, tanrının ona hediye ettiğini kendinden bile küçük şımarık çocuğun alması adaletsizdi. bu yüzden, elleriyle sarmaladığı ayak bileklerini bırakmadı, sanki yaşama tutunur gibi tutundu onlara.
kibirli prens ise paçalarını çekiştiren oğlandan kurtulmak için bir ayağını hızla kaldırıp, endişeyle gözlerine bakma cesareti bulan hizmetliyi yukarıdan seyretmeye başladı. alay ediyordu resmen.
ona, istediği her şeyi yapabileceğini düşündüren aslında ayağına kapanarak yaratanın yarattığından özür dileyenlerdi. bu aciz vaziyetleri burnunu kaldırıyor, yüce hissederek en güçlülerden olduğuna inandırıyordu. aslına bakılırsa tek vazifesi kral yaşamını yitirdiğinde halkı acımasızca, keyfine göre yönetecek olmasıydı.
yani, eğer böyle devam ederse, şu an dahi öngörülebilen bu durum kaçınılmaz olacaktı.
derin bir nefes alıp irislerini göz kapaklarıyla örttü ve başını soluna, açık pencereye çevirerek ılık rüzgârın tenini keşfetmesine izin verdi. güneş, kendisini selamlarken sanki az önce önünde büzülen genci öldürtme planları kurmamış gibi hafif bir tebessüm kondurdu dudaklarına. bu ani ruh hâli değişimini günlük güneşlik havaya borçluydu.
zavallı oğlan ise yüzüne ağır bir tekme yiyerek oracıkta ölebileceğini düşünmüştü. herhangi bir alternatif duruma hazır olamazdı zaten, aksi takdirde han jisung'un doğasına aykırı olurdu bu.
ancak, davranışlarından da anlaşıldığı üzere, doğasında birtakım değişiklikler meydana gelmişti.
kalın, tok sesiyle konuştu. "ayağa kalk."
bedeninin her zerresinde tattığı soğuk, irkilme hissiyatı onu kendine getirmişti. aralık dudakları zorlukla nefesi hapsediyor, dolu gözlerinden dökülmek için bekleyen yaşlar ise sabırsız davranıyordu.
titrek bir nefes verip sesinin boğuk çıkmasını gözardı ederek art arda, defalarca farklı yoldan teşekkür etti prense. önünde birleştirdiği ellerine bakıyor, daha olayın şokunu atlatamamışken ölmeyeceğini anlamanın getirisiyle tanrıya şükrediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mahperi
Fanfictionaslında her şey japon ajanlarının kore kralını zehirlemesi sonucu başladı. ; minsung | angst @naragasyung