~Ay'ın Güneşi~

6 2 0
                                    

Bir yaz günüydü . Bunaltıcı ama bir o kadar düşündürücü. Kahraman olmak zor muydu, kolay mıydı? Sorardı kendine kendine, kendi terinde boğulurken. Hayır onu boğan teri değildi. Onu boğan kesinlikle teri değildi. Onu boğan terin verdiği bunalımla bir ikilemde kalmasıydı. Kimdi o?

Yanlışlarıyla büyümüştü Ayana. Ve doğrularıyla yüzleşiyordu. Hayatında aldığı her bir kararın sonucunu yaşıyordu. Herkesin elinin üstünde ama kendi kalbinin en diplerindeydi o.

Ayana daha 15 yaşında soyunun başına geçirilmiş bir kızdı. Belki de bir kızı - hele 15 yaşında - bir soyun başına geçirmek doğru değildi. Ama Ayana farklıydı. O fazla bilgili fazla güzeldi. Adını da zaten güzelliğinden alırdı. Saçları upuzun, aynı baktığınızda güz gelince açan turuncu çiçekleri andıran bir kızıldı.

Ayana ismi eski bir Türk tanrıçasından geliyordu. Annesi onun hep ayaklarının üzerine basan, güçlü bi kadın olmasını istemişti. Onların döneminde kadınlara önem verilmezdi. Ama o Ayana'ya verilmemesine izin vermeyecekti. Çünkü o bir tanrıça gibiydi. Aklına koyduğu şeyleri en ufak detayına kadar planlayan ve tıkırında işleten bir zekaya sahipti. Babası bir av esnasında düşmanlar tarafından şehit düşünce. Soylarından bir kişi daha eksilmişti.

Yan çadırlarında yaşayan komşularının oğlu gelmişti avdan. Uzak cephelere, bu minik çadır kasabasının yiğitleri giderdi avlanmaya. Bazen saatler, bazen günler, bazen haftalar hatta bazen de ömürler götürürdü bu yaşam biçimi. Bir aş pahasına; bir, iki, üç belki de dört can giderdi.
Yaban hayatında artık avlanmak zorlaşıyordu. Yaşadıkları kırsal bölge gittikçe tanınır olmuştu. Bu da sonuç olarak düşman soyların yaklaşmasına ve avlanır gibi davranıp, tek tek cesur erkekleri öldürmelerine neden olurdu.

Komşu çocuğu bir gün geldi:
" Ana, Ana! Neredesiniz yahu? Emmi? Kimse yok mu? Ah, Akay. Güzel Akay gitti babacığın. Öldürüldü. Tam sizler için bir ok çekecekti ki düşmanın gazabına uğradı . Arkadan vuruldu. Ben daha neyin yaşandığını anlayamadan babacığının üzerinde durduğu o yüce atın üzerinden bir yiğit beden yere yuvarlanıverdi ."

Ayana her şeyi anlamıştı. Biliyordu zaten bir gün böyle olacağını. Ama bilmiyordu ki. Bir gün bu kadar acı gelen haberler artık onun için o kadar zor olmayacaktı.

Bir yaş aktı gözünden. Bu yaş bir daha akmayacaktı. Babacığına bağlıydı Ayana. Hayat zaten acısını yeterince çıkarmamış mıydı? Akan yaş içinde büyüdü, ama kendini Ayana'nın gözünden atamayacak kadar güçsüzdü. Artık Ayana büyümüştü. Daha 14 yaşındayken büyümüştü. Büyütülmüştü. Büyümek zorunda bırakılmıştı.
Gözünden akan yaş için daha da ağlayası gelmişti. Hayat, küçük Ayana için ne kadar zorsa Aybar içinde o kadardı.

Aybar, Ayana'nın en yakın dostuydu. Babaları da yakındı. Ama artık Ayana'nın yakın olabilecek bir babası yoktu. Artık sadece Ayana vardı. Aybar, Ayana'ya Akay derdi. Akay ise 'ayın en güzel anı' demekti. Ancak Aybar'ın babası onların çok eski soylarında, Akay'ın hanımefendi demek olduğunu söylerdi. Ayana görebileceğiniz en saygılı ve en hanım genç kızdı. Ve en cesur olanlarıydı.

O akşam çadırda kaynayan çorbasını içerken bugün uzun zamandır görmediği dostu Aybar'a kavuştuğunu hatırladı ama ardından babasının kaybının verdiği acıyla her bir nefes alışında içerisine dolaşan baba hasreti artmaya başladı. Babasının kokusu içine doldu bir kerecik daha. Sevinmek isterdi o da. Aybar'ın kardeşi gibi Aybar'a kavuştuğu için sevinmek isterdi sadece. Babasının omzuna atlayıp o maceraları dinlemek isterdi. Ama artık o masalları dinleyecek kişi o değildi. Tam tersi anlatacaktı o. Gelecekteki aile fertlerine ışık olacaktı, yol gösterecekti, ya da o öyle sanıyordu. Kahramanlığın kolay olacağını sanıyordu. O zorluklar içinde aile fertlerine ışık tutacağını sanarken bir yandan dünya için ne kadar önemli bir yeri olduğunu bilmiyordu.

"Evlatçe sana sesleniyorum. Heyy!"
"Ah, efendim büyükanne"
"Daldın yine uzaklara. Yüzün o kızıllıklar arasında, bu kadar mutsuzken nasıl mükemmel olmayı düşünüyorsun?"

Ayana'nın ailesi her zaman mükemmel istemişti o kızı. Aman hatası olmasın, aman yapmasın şöyle. Aman hanımhanımcık olsun yanlış anlaşılma olmasın, arkadaşlarıyla düzgün konuşsun, aman şuraya gitmesin, hala öğrenemedi nasıl davranacağını...

Ayana mükemmel olmak istemiyordu. Kendisi olmak istiyordu. Bir kerecik de olabilse kendisi gibi özgürce dolaşmak istiyordu kırlarda. Bir kere olsa bu hayalinin gerçek olmasını istiyordu.

"Çorbalarınızı içtiyseniz hadi ormana birazcık çalı çırpı toplayın. Aybar evladım sen git şu öküzleri bağla otlandılar yeteri kadar. Siz çıkın"
Ayana da çıkacaktı ki büyükannesi arkasından seslendi
"Ayana sen kal evladım."

Büyükannesi Ayana'ya en aklı başında olan ve bu soyu tek güvenli taşıyacak kişinin o olacağını belirterek soyun başına geçemesin istemişti. Ayana çok küçük yaşlardan beri istiyordu bunu. Hiç düşünmeden kabul etti. Etti etmesine ama zordu bu işler. Kolay değildi soyu için çabalayıp çalışmak.

Aylar geçti.
Yaz geldi. Bu süreç içinde ilk defa göç etmişti. Düşmanlar basmıştı çadır kasabalarını. Dağıtmışlardı. Bu muydu adalet? Düşmanları Türk değildi. Ama kötü de değillerdi zamanında. Onlarda eskiden babasıyla yakındı. Ayana atlatabilmişti babasının kaybını. Keşke babası giderken yanında düşmanları da alsaydı.

Ayana girdiği çatışmaları cesaretiyle kazandı. Adı yükseldi halk arasında. Sonuç olarak bu bir ilkti. Hem bir soyun başında genç bir kız olması hemde henüz 15 yaşında olmasına rağmen bu kadar savaş konusunda yetenekli olması insanlara korku salıyordu. Herkesin aklında şu sorular vardı her daim :
Bu kız nasıl bu kadar iyi?

Cevabı kolaydı Ayana her zaman saf kalbiyle yaşamıştı. Bir ilk olsa da işin zorluklarını dışarı yansıtmamıştı. Dışarıya gururunu yansıtmıştı daima. Ayana cesurdu. Cesaretiyle adaleti ve iyiliği sağlamayı düşünüyordu. Ayana bir peri masalından fırlamış gibiydi. Aybar ise koskoca genç bir adam, bir yiğit olmuştu. Hayat onlar için çabucaktı. Aceleye gelmiş bir mektup gibi önemsiz sadece amacını açıklamaya çalışıyordu.

O esnada o kesimlerde olan Türk soyları Ayana hakkında çok şey biliyordu. Adaletli, cesur, iyi kalpli, yardım sever, hanımhanımcık gibi bir sürü betimlemesi vardı halk arasında. Halk Ayana'ya Balkır derdi. Balkır, yağmurun altından çıkan güzel güneş demekti. Ayana soyunu kurtarmak için şehirler arası avcılık yaptı. Ailesini korudu. İyi bir liderdi. Henüz 16 yaşındaydı ama yaşın önemi var mıydı? Kan Türk kanı olduğu sürece; o vatan, o aile sevgisi her damardan akardı zaten.

Ayana o zamanlarda çok önemli bir yere sahipti. Kız çocuklarının halk arasında değeri arttı. Bir çok soy örnek alarak başına kız çocukları geçirmek için evlatlarını eğittiler.

Ayana'nın hikayesi normal bir hikaye değildi, olamazdı da. O vazgeçmeyen bir Türk kızıydı. O sadece bir başlangıçtı. Cesurdu. Nerede bir yanlış görse adalet için düzeltmeye çabalardı. O pes etmedi ailesini korudu. Savaştı, avlandı, üzüldü, kazandı, vazgeçecek gibi oldu, geçemedi, kazandığı her bir zaferle kendisiyle gurur duymayı öğrendi. Babasının ona armağan ettiği bu soyu kaybetmemek için elinden geleni yaptı Ayana.
Başardı.
Ayana güzel gülüyordu.

İşte o yaz günü yolda yine göçüyorlardı. Yaban hayatı bitmişti. Artık halk yerleşmeye başlamıştı. Savaşlar azalmıştı. Her ne kadar savaşlar babasının canını kanlarını götürse de Ayana'ya can, kan kattı. Ayana'ya vazgeçememe kanı kattı. Halk Ayana'ya Balkır derdi. Balkır, yağmurun ardından çıkan güzel güneşti. Aybar ise Ayana'ya Akay derdi. Akay, ayın en güzel anı demekti.

İşte o yaz günü Ayana'ya terinde boğanda buydu. Kimi için geceyi bütünleştiren güzel bir ayken, kimi için onlara doğan güzel bir güneş olmaktı.

Ay'ın GüneşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin