Karşında sandalyede oturuyordum, önümde bir kase çilek vardı, senin elinde ise bir bardak kahve, tezgaha yaslanmış beni izliyordun, konuşmanı mı bekliyordum yoksa olacaklardan mı korkuyorum bilmiyordum ama tek istediğim şey çilekleri yemekti."Jisung, bir oyun oynayalım mı?"
Sadece kabul etmek zorundaydım, anlaşma buydu, düşünmedim..
"Olur, nasıl bir oyun?"
"Ben senin hakkında bir özellik sayacağım, her doğru bildiğim özelliğin için bir tane çilek yiyeceksin."
"Peki..?"
"Çilek en sevdiğin meyve ama uzun süredir ablanın tedavi parasını denk getirmek için yemiyorsun, ablan sorduğu zaman "yiyorum abla, merak etme.." diyorsun ama yemiyorsun, değil mi?"
Birinci çilek, doğru bildiğin için hiç düşünmeden çileğin bir tanesini direkt yemiştim, özlediğimi o an fark etmiştim, resmen yediğim için mutlu olmuştum.
"Telefonun bilmediğin kadar el değiştirmiş, sadece ablanı araman için aldığın bir telefon, ablan sana ulaşamayana kadar maalesef o telefonu kullanacaksın ama birinde güzel bir telefon gördüğünde özeniyorsun, hatta... Fotoğraf çekmek istediğin anlarda telefonunu çıkarmaya utanıyorsun."
İkinci çilek... Doğru bildiğin bir acı, eminim ki bunu fark etmek için beni defalarca kez gözlemledin.
"Üstünde ki kıyafetleri ikinci el dükkanından, bit pazarından alıyorsun. Elinde, tek sahip olduğun şey ailenden kalan ev, onu da ablanın hastanede kalması için günlük kiraya veriyorsun..."
Üçüncü çilek, utanmıştım bu bildiklerin karşısında ama her doğru için bir çilek yememi istemiştin, her doğru.. bildiğin benim gerçek ve normal hayatım, senin ise acıyarak baktığın hayatım.
Sonra her şey normal bir şekilde ilerlemeye başlamıştı.
"Gözlüğün yeşil ama takmıyorsun."
"Saçlarını boyamak istiyorsun ama boyaya para harcayacak kadar bütçen yok."
"Kaykay sürmeyi öğrenmek istiyorsun ama düşersen bu seni utandırır."
"Sabırlı olmayı deniyorsun, sabırlı gözükmeye çalışıyorsun ama o kadar doldun ki, artık bir sabır eşiğin yok."
"Keman çalmayı bıraktın."
"İnancını kaybettin."
"Ablana sıfır kıyafetler aldın, tertemiz.. ama onları düzenli yıkayacak bir makinen olmadığı için kafede gizlice yıkamaya çalıştın."
"En sevdiğin yemek.. en sevdiğin yemeği o kadar uzun süredir yemedin ki, adını unuttun."
Tüm çilekler bitene kadar buna devam ettin, beni benden daha iyi biliyordun, çilekler bittiğinde ben huysuz bir çocuk gibi ağlıyordum, ellerim titriyordu, ellerim titrerken yüzümü kapatmaya çalışıyordum, bir süre beni öylece izlediğini düşündüm ama ağlamaktan senin gittiğini görmemişim, üstünü giyinip gelmiştin, bir yandan bana bakıyordun.
"Ağlamayı bırak, akşam oldu zaten. Gel, gidiyoruz."
Bir şey demeden kalkmıştım, elimi yüzümü yıkadıktan sonra seninle evden çıkmıştım, seni takip ediyordum. Ettim.. ettim.. sonunda bir kaykay pistine gelmiştik ama baya doluydu...
O zamana kadar kolunun altında olan kaykayı görmemiştim, birden yere bıraktın kaykayı, ardından bana baktın, elimi tutup benim kaykayın üstüne çıkmamı sağladın..
"Jeongin, utanıyorum.. ya düşersem?"
Her şeyi unutmuştum, senin kuklan olduğumu dahi.
"Ben buradayım, tutacağım seni."
Sonra seninle duruş çalışmaya başlamıştık, hava yeni kararıyordu, biz batan güneşin altında seninle kaykay sürmeye çalışıyorduk.
Uzun süre sonra ilk kez orada gülmeye başlamıştım, çocuk gibi gülüyordum.. ne zaman düşecek gibi olsam belimden tutuyordun beni, sürekli kendimi yerde değil senin kollarının arasında gülerken buluyordum.
Bebeğim, bu yaşanacak mıydı? Herkes bizi izliyordu, kendimi skandala bulaşmış bir ünlü gibi hissediyordum, tüm dünyayı unutmuştum, mutluydum ve gülüyordum.
O gece kendimi aylar sonra aydınlanmış gibi hissediyordum Jeongin, saat kaça kadar o şekilde vakit geçirdik bilmiyordum, gerçi daha fazlasını yapmıştık, bir an yakalamaç oynamaya başlamıştık.. en sonunda senin sırtında gidiyordum, hastaneye gidiyorduk... Senin sırtındayken hala vücuduma uzun süre sonra gelen mutluluk hissi yüzünden sarhoş gibiydim, ellerimi öne doğru uzatmış, durmadan sana ellerimi gösteriyordum.
"Yang Jeongin.. bakkk!! Bir, iki, üç.."
"Jisung.. saymayı biliyorum..."
"Hayır, bilmiyorsun!"
"Üçten sonra dört geliyor işte.."
"Hayır.. üçten sonra... Ö- hastaneye geldik!"
Sırtından atlayıp içeri girmeden sana bakmıştım.
"Üçten sonra Yang Jeongin, öpücük gelir."
Sana doğru yaklaşıp yanağına bir öpücük bırakmış, ardından kıpkırmızı yanaklarım ile içeri girmiştim, asansöre bindiğimde olanları fark etmem ile bir çığlık atmış, ellerimi dudaklarımın üstüne koymuştum, resmen seni öpmüştüm... Neler yaşamıştım ben..
Ablamın odasına girdiğimde, aşağıya bakmış, aşağıda hâlâ girişe bakan seni görmüştüm, donup kalmıştın.
Gerçi sende haklıydın.. senin de sevgi girmeyen, bir kere saçı sevilmeyen içinde ki çocuğa ben dokunmuştum, o çocuğu bir öpücük bile öylece tutmuştu.
Bir kaç dakika sonra seni mutlulukla arkanı dönüp giderken görmüştüm.
Ben kukla mıydım, değil miydim? Bilmiyordum.. ama bildiğim tek bir şey vardı o an.. ben mutlu olmuştum, uzun süre sonra..
"Han Jisung.. ablacım.. ne oldu?"
"Hiç.. hiç bir şey abla.. sen nasılsın, önce onu söyle!"
Birden fazla şey oldu abla.. birden fazla şey.