2- Küfür

24 4 2
                                    

..

Beni yere doğru fırlattıklarında ağzımdan acıyla bir inilti dökülmüştü. Kaç saattir dayak yiyordum, saat kaçtı hiçbirini bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı o da ailemden bana kalan tek mirasın gözlerimin önünde eriyip gitmesiydi.

Arabayla buraya gelirken arkamızda itfaiye sirenlerinin seslerini duymuştum, gözyaşlarımı tutmak zordu. Ağzımda biriken kanı yere tükürdüğüm de bana saldıran herifler geriye doğru çekilmişti. Bulanık gözlerimle zar zor etrafta olan biteni anlamaya çalışıyordum.

Yanıma bir beden eğildiğinde sertçe yüzümü tutup ona bakmamı sağlamıştı, o kadar sertti ki parmakları dişlerimi kırmayı bırakın, çenemi bile kırabilecek bir güce sahipti. Bir elimi bileğine yerleştirdiğim de kendimi ondan ayırmaya çalışmıştım.

"Param nerede lan!?" Sesi o kadar yüksekti ki bütün ülke bunu duymuş olabilirdi, bomboş olan depoda sesi yankılanıp daha çok kulağıma baskı uyguluyordu.

Saçlarımdan tutup geriye doğru kafamı çektiğinde saç diplerim dehşet acımaya başlamıştı. "Yemin ederim, ödeyeceğim. Lütfen bırakın beni." Gözyaşlarım benden izinsiz şekilde akarken kırılan sesimle konuşmaya çalışıyordum. "Artık zaman falan kalmadı, evine kaç tane ikaz mektubu geldi? Onlarca tane! Bu yüzden benden daha fazla zaman istemezsin."

"Lütfen yalvarırım, bırakın beni. O mektupların hiçbiri elime geçmedi benim, size yemin ederim hiçbiri yok elimde." Kafamı daha çok arkaya çekmeye başladığında yüzünü görmüştüm zar zor. Sinirli haliyle kaşları çatık saçları anlına dökülmüştü. "Sana borcunu söyleyeyim mi? 2 buçuk milyon dolar! Nereden bulacaksın bu parayı? Tek şekilde ödeyebilirsin artık bana borcunu."

Kafamı yere doğru ittirip ayağa kalktığında sırt üstü dönmüş yerden ona bakıyordum, fakat o bana bakmak yerine camdan dışarısını izliyordu. "Tek canınla ödersin borcunu. İlk olarak kalbin, sonra böbreklerin sonra karaciğer derken senin borç kapanır mı bilmem. Lakin bildiğim tek şey var. Eğer ikinci bir hayat varsa burda da orada da yakanda olacağımdır." İçime kaplanan dehşetle geriye doğru çekilmeye başlamıştım.

"Sana yarına kadar müddet. Ya öleceksin," Başını eğip gözlerime bakarken yanıöa doğru eğilmişti. Elleriyle çenemi kavradığında acıyı daha fazla hissetmemden dolayı geri çekilmeye çalışmıştım. "Çok güzel çocuksun. Her neyse ya öleceksin, ya da işimi halledecek bir katil olacaksın. Karar senin. Yarın gelip aynı soruyu soracağım." Sertçe ittirip herkes onun peşinden çıkıp gittiğinde sırt üstü yatmış her yerimde hissettiğim acı daha fazla nükseder olmuştu.

Kapı sertçe kapandığında irkilip etrafa bakınmıştım. Bomboş olan depoda hiçbir şey, hiç kimse yoktu. Zorla ayağa kalktığımda yediğim dayaktan dolayı burkulan ayağım daha çok canımı yakıyordu. Etrafa bakındım kaçmak için küçükte olsa bir yer aradım.

Canımın acısını her hücrem de hissederken gözlerimi bile zor açık tutuyordum. Yorgun, argın görebildiğim her yolu denedim. Lakin burada sıkışıp kalmış gibiydim.

Duvarın dibine oturup kaldığımda kaç saat orada kaldım bilmiyordum fakat yukarıda ki camdan içeriye giren ay ışığı tam üstüme vuruyordu.

O kadar güzel hissettiriyordu ki ruhum temizleniyordu sanki. Annemle babam geldi o anda aklıma. Güzel yüzleri gözlerimin önüne geldi. Yavaşça yere yattığımda kolumun üstüne başımı koymuş kapanan gözlerimle son kez etrafa bakmıştım.

Gece boyu korkuyla uyanıp her seferinde etrafa bakmıştım. Belki yarım saatte bir uyanıyor olabilirdim de. Bir çıkış yolu, bir anlıkta olsa bir çıkış yolu yok muydu buradan.

Çıkarsam nereye gidicektim? Nereye kaçıp saklanıcaktım. Yaralı vücudum, mahvolmuş halimle kim kabul ederdi beni yanına. Kaybedicek hiçbir şeyim yoktu. Evim yanmıştı, annemlerden bana kalan tek miras, herşeyim olan yerde yanıp kül olmuştu.

Kaç saatlik uykula ayaktaydım bilmiyorum ama camdan giren güneşin ışığına bakıyordum. Çoktan sabah olmuştu vakit daralıyordu. Ayağa kalkmıştım yavaşça. Ceketimden yırttığım parçayla karnımda olan yarayı sarmıştım.

Gözlerimle duvarlara bakarken bir çok iz fark etmiştim. Buraya gelen tek insan ben değildim, son olmayacaktım da. Herkes çıkış yolu aramıştı buradan. Ortada olan masanın oraya gitmiş etrafına bakınmıştım. Fakat önemli hiçbir şey yoktu.

Kapı sertçe açıldığında yerimde zıplamıştım korkudan. Arkamı dönüp gelen patrona bakmıştım. "Vakit doldu Jungkook. Yarın oldu, güneş doğdu." Bu kadar erken gelmesini beklemiyordum açıkçası. Akşama doğru gelirdi belki diye içim rahattı.

"Senin için çalışıp insan öldüreceğime beni öldür gitsin." Yüzünde olan gülümseme ile neyi düşündüğünü anlayamamıştım. Arkasından silahını çıkartıp anlıma doğrulttuğunda gözlerimi kapatmış sessizce ölümü bekliyordum.

Ölüm tam da burnumun dibindeydi şu an.

"Hayır, hayır, hayır bunu yapamam. Ölmeyi değil, diğerini seçmen gerekiyordu seni cesur şey. Bu yüzden seni öldürmeyeceğim. Aksine yaşayacaksın, fakat her zaman bir yerlerden karşına çıkacağım ve bir gün karşına çıktığımda ise," Kulağıma doğru yaklaşmıştı. Korku tüm bedenimi ele geçirirken parmak uçlarıma kadar titrediğimi hissetmiştim.

"o zaman seni öldüreceğim." Geri çekildiğinde adamları beni alıp dışarıya atmışlardı. Her şeyimi geri verdiklerinde kapıyı kapatmışlardı. Telefonu açıp içerisine baktığımda ise farklı hiçbir şey yoktu.

"Hay amına koyayım ya. Bi ölmediğim eksikti, tamamlandı hayatım. Yarı ölüyüm resmen." Yavaş yavaş yürürken yandan geçen arabalara otostop çekiyordum lakin hepsi yanımdan son sürat geçip gidiyorlardı.

Dayanabildiğim kadar dayanmaya çalışıyordum. Doğru düzgün yürüyemiyordum bile. Herkesin yanımdan geçip gitmesinin haklı sebebi olabilirdi belki de.

Görünüşümden dolayı.

Titreyen ellerimle zar zor bulduğum numarayı çevirmiş kulağıma dayanmıştım. Telefon çalarken elimi yumruk yapmış tırnaklarımı avucuma bastırmıştım.

Acı insanı insan yapardı.

Telefon uzun bir sürenin sonunda açıldığında yerimde durmuştum. "Alo?" Ses gelmedi bir süre, telefonun arbededen düşüp bozulduğunu düşünmüştüm. Tam aramayı kapatıcakken karşıdan ses gelmişti. "Alo, Jungkook?" Kulağıma geri koyduğumda derin nefes vermiştim.

"Jimin, benim. Acil durum olmasa aramazdım fakat ölmek üzereyim." Diğer taraftan telaşlı sesler duymuştum. Elimi sardığım yaranın üstüne koyduğumda elim kan olmuştu büsbütünüyle. "Sakince ne olduğunu, nasıl yaralandığını söyle."

"Ne olduğu uzun hikaye Jimin ölmek üzereyim diyorum. Karnımda elim kadar açık yara var, dün geceden beri durmadı. Kanın yavaşlaması için ceketimi bağladım sıkıca fakat beni ne kadar tutabilir orası meçhul. Diğer taraflarımda hep küçük sıyrıklar var."

Karşı taraftan gelen kapı kapanma sesi duyduğumda yol kenarına oturmuştum sakince. Yaralarım sızlıyordu oldukça fazla.

Kendimi bu hale ben getirmiştim, ben kesmiştim cezamı kendi ellerimle şimdi ise kaderimle yüz yüze gelmiştim.

Fakat kaderim o kadar ağır gelmişti ki bana, karnımda olan yaranın büyüklüğü hiçbir şeyi ruhumda ki yaraya kıyasla.

Konumu Jimin'e yolladığımda sanki dün geceden beri hiç kan kaybetmiyor gibi sakince etrafı izliyordum. Arkamı dönüp çıktığım, oldukça uzakta kalan depoya bakmıştım.

Keşke ölseydim.

Belki ölseydim bu kadar acı yaşamama, yanlış kararlar vermeme gerek kalmazdı, bu kadar kötü olmazdım. Ailemden tek kalan miras ellerimden kayıp gitmezdi. Keşke, keşkelerle dolu bir hayat yaşamasaydım.

Ben Jeon Jungkook, 22 yaşında hiçbir şeyi olmayan bir serseriyim.

..

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 08 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

house of balloons - taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin