natalia'dan
"natalia..." oldukça tanıdık bir sesten adımı duyduğumda istemsizce sesin geldiği yöne dönmüştüm.
bu, o'ydu ve buradaydı...
elimi saçlarımın arasından hızlıca geçirip "edin?" demiştim.
şaşkınca bana bakıyordu. tahminimce ben de ona aynı şekilde bakıyordum.
tanrı aşkına... kaç yıl olmuştu? sekiz mi?
şaşkınlığının ardından küçük bir tebessümle bana bakmıştı. başımla ona selam verdiğimde asistanım can'ın "natalia hocam, buğra görüntüleme için hazır." diyerek odağımı tekrar buğra'ya vermemi sağlamıştı.
buğra, üçüncü evre akciğer kanseriyle savaşan henüz sekiz yaşında bir çocuktu. bu hastaneye ilk geldiğim gün tanışıp hikayesine dahil olmuştum. üç yıldır, bu hastalıkla birlikte savaşmaya çalışsak da minik bünyesi hiçbir tedaviye yanıt vermiyordu.
buğra'nın görüntüleme işlemi bittiğinde odadan çıkmak için kapıya doğru yönelmiştim.
birkaç adım attığımda koluma dokunan elin sahibini adım kadar iyi biliyordum. ona döndüğümde "uygun olduğunda görüşebilir miyiz? önemli." demişti.
edin, bunları söylerken sesinde hiçbir duygu yoktu. oldukça nötrdü.
"sekreterimden randevu oluşturabilirsin."
"natalia..."
iç çekip "pekala, telefonunu ver. numaramı yazacağım. müsait olduğunda bana mesaj atarsın. ama dikkat et, türk magazininden kaçmak çok zor." demiştim.
göz devirip telefonunu uzatmıştı. numaramı yazdıktan sonra odadan çıkmıştım.
koridorda asistanım can'la birlikte asansöre doğru yürüyorduk. "natalia hocam, siz edin dzeko'yu nereden tanıyorsunuz? vallahi beni her gün şaşırtıyorsunuz." diyen can'a gülümseyerek baktıktan sonra "eski bir arkadaşım. uzun zamandır görmüyordum." demiştim.
"vallahi hocam sizin network beni her gün daha da şoke ediyor." dediğinde gülümsemiştim.
"abartma can... hadi biz işimize bakalım." dedikten sonra benim odama ilerlemiştik.
üç yıldır bu hastanede çocuk doktorluğu yapıyordum. gençken edin'siz bir hayatı hayal bile edemezken şimdi buradaydım. hayat gerçekten garipti.
sekiz yıl önce edin'le ayrıldıktan sonra edin, ışık hızıyla manchester'dan ayrılıp roma'ya transfer olmuştu. edin'in şehirden de ayrılışıyla tamamiyle boşluğa düşmüştüm.
edin'e gerçekten aşıktım fakat ondan ayrılan kişi de bendim. kendim için doğru olanı yapmanın zorluğu ve aşkım arasında kaldığım uzun bir dönem yaşamıştım. bu dönemin sonundaysa eski eşim bora hayatıma girmişti. bora, benim manchester üniversitesi'nde aynı dönemden arkadaşımdı. edin'le biten dört yıllık ilişkimden bir yıl sonra bora'yla çıkmaya başlamıştım.
mezun olduktan sonra uzmanlığımızı alana kadar amerika'da yaşamış ve buradayken evlenmiştik. daha sonrasında da birlikte istanbul'a yerleşmiştik. özel bir hastanede çalışmaya başlamıştık. bora'nın öğrettikleri ve online türkçe dersleri sayesinde gayet akıcı biçimde türkçe konuşabiliyordum.
tüm yaşadıklarım kısa bir film gibi aklımda dolanırken masama geçmiştim.
masaya oturur oturmaz "can, buğra'nın sabaha karşı yapılan kan testleri çıktı mı?" diye sormuştum.
can, elindeki tableti bana uzatırken "hocam çıktı ama... yani maalesef pek iç açıcı değil. pet sonuçları da akşamüstü çıkacak ama ona bakmasak da durumun kötü olduğunu söyleyebilirim." demişti.
kan tahlillerinin sonuçlarını incelerken uzun zaman geçirdiğim bu küçük çocuk için gerçekten üzülmüştüm.
"hocam hangi tedavi programını uygulamalıyız?" diye soran can'a iç çektikten sonra bakmıştım.
"sence can?" demiştim.
can, utana sıkıla "yani hocam... bana kalırsa tedavi değil de... buğra'yı rahatlatmak için gerekli olan ilaçları vermeliyiz diye düşünüyorum ama tabii siz daha iyi bilirsiniz." demişti.
başımı iki yana sallayarak "doğru düşünüyorsun can." dedikten sonra tekrar iç çekmiştim. "sen göğüs hastalıklarının asistanıyla da görüşüp onlardan da ikinci bir görüş alabilir misin? belki farklı bir önerileri olur, pek sanmıyorum ama..." demiştim.
can, başıyla onayladıktan sonra odadan çıkmıştı. masamdaki, büyük ajandadan bir sonraki randevuma baktıktan sonra arkama yaslanıp başımı iki elim arasın almıştım.
mesaiden sonra otoparka inmiştim. arabama doğru ilerlerken telefonuma ardı ardına birkaç mesaj gelmişti.
arabaya ilerleyip bindikten sonra telefonumu elime almıştım. ekranda bilmediğim bir numaradan gelen mesajlar vardı. face id ile telefonumun kilidini açtıktan sonra mesajlara girmiştim.
+39 **********
natalia merhaba
ben edin
müsait misin bilmediğim için
aramak istemedim
bu nedenle mesaj attım.
eğer uygunsan bu akşam yemek yiyebilir miyiz?başımı koltuğa yaslayıp iç çekmiştim. gerçekten bugün olması gerekiyor muydu edin!?
yalan söylemeyecektim, tüm gün aklımda edin'den başka bir şey dolaşmamıştı. ama şu an onu görmek istediğimden çok da emin değildim. zor bir gün olmuştu ve tüm gece edin'in iğnelemeleriyle uğraşmak istemiyordum. tek istediğim evime gidip uyumaktı...
natalia
edin, bugün buluşmak zorunda mıyız?yazdığım mesaja hemen cevap vermişti.
edin
çok uzun süre oturmayız
sadece bir yemekiç çekmiştim. aradan geçen sekiz yıl, yaşanan onca şeye rağmen hâlâ benim üzerimde bir etkisi olduğu inkar edemeyeceğim kadar büyük bir gerçekti.
natalia
pekala
bana konum atar mısın?aşklarım selaaammmm, yavaş gidelim biraz diye düşünüp böyle bir bölüm yazdım. 🫠 umarım beğenirsiniz 🫠🫠🫠
ŞİMDİ OKUDUĞUN
set fire to the rain. || džeko.
Fanfictionedin dzeko fan-fiction. alternative universe. jan'24. by L0VERSACE