Bence kayda alınması gereken bir konu...
Seven insan korkar, seven insan değer verir,
Seven insan mutlu etmeye çalışır ya da seven insan yerine göre, kendi mutluluğundan ödün verir.
Sevmeyen insan sevgiyi tanımlayabilir, yanlış da olsa yapar ama seven insan bunu kendine bile tanımlayamaz, zordur.
Ve sevgi, korkunun başlıca sebebidir. Bu kaybetme korkusu, üzme korkusu, o üzülünce üzülme korkusu, çevre korkusu, bunu kendine tanımlayamasa da kendine olan korkusu...
Korku bence güzeldir; korkan insan plan yapar, korkmayan insan plansız yapar.
Korkan insan önüne çıkacak engelleri önceden kısa da olsa ön görebilir, korkmayan insan engelleri bilmez. Aslında korkmamak da korkunun bir sebebi olabilir. Çünkü bir kayıp verecek.
İnsan neden korkmalı?
Çok basit bir hesap yapalım bu da matematiksel olsun; üç yanlış bir doğruyu götürür. yanlışların, on puan, bu seni yüzden yetmişe çekecek, yanlışa dönüşen yirmi puan, bu da seni yarıya indirecek...
Yani inanın bu da geri toparlaması güç olan bir rakam. O yüzden insan korkmalı.
Hayat; bir canavara benziyor, tek amacı seni yalnızlaştırıp, tek bırakıp, lider olduğunu sana öğretmek...
Kimi sevsen elinden alıyor çünkü...
Annesi olamayan insan hep içinde burukluk hisseder, babası olmayan insan kaybetmeye başlar, hepsi olup da yalnızlık hisseden insan kendini paralar, hiçbiri olmayıp da yalnız hissetmeyen insan kazansa da yani kazandığını düşünse de aslında içinde küslük vardır.
Herkes konuşur, yalnızlığın ilk sebebidir.
Bir gün keloğlan, bilge can dede ile yolculuğa çıkar. Dede, eşeğin üstüne keloğlanı bindirir,
Yoldan geçen iki, kişi bak bak daha gencecik delikanlı, ihtiyar adamı yürütüyor der. keloğlan bilge can dedesini bindirir. Yolda, birisi daha gelir ve bak bak dedesi, küçücük çocuğu yorar der.
Ne yapacaklarını şaşıran dede ve keloğlan o günden sonra elalemi umursamaz ve biz nasıl istiyorsak öyle olacak der.
Evet bunu yapmak çok zor, muhtemelen ben öyleyim diyen birisi bile öyle değildir. İnsan korkmalı, ama neden korktuğunu bilmeli ve bu o korkunun hissinden daha kötüdür çünkü insan üzülür ama bazen neye üzüldüğünü bilmeden üzülür. Başımıza gelenlerden korkmamalıyız, ondan ders çıkarıp yanlış ders mı çıkardık diye korkmalıyız. Çünkü doğru yaparsan mutluluk yanlış yaparsan üzüntü ama tecrübedir. Tecrübeden zevk almayı öğrenen insanlara bakın, emin olun sizden mutlulardır. Bir bebeğin ilk tecrübesinin ağlamak ve etrafın sesini duyup annesinin onu kucağına aldığını keşfetmekle, son tecrübesinin nefes alamayışını, kalbinin duruşunu, ruhunun bedenine veda edişini keşfetmesi gibi...
Ama o orta sıralarda olduğu gibi, hayatın baharı dediğimiz zamanda nefes alırken nefessiz kalmayı keşfetmek en acı duygudur.
Geceyi kendine siyah bayrak kabul etmiş, gündüz ile barışmış ama esas, saatlere küsmüşlüğümüz gibi, olumlu gibi davranıp ama çok olumsuz olmak yani üzülmek gibi...
Çok ses çıkarıp yanlış anlaşılmak gibi ama kimse onun iç sesini duymamak için yaptığını bilmez. Yaramaz der, şımarık der, çok konuşuyor der.
Dün üstüne bastığım halı ile tartışıp evden çıktım desem bana kaç kişi inanır ki...
Üç gündür kendi kendime konuşuyorum ama bunu yeni fark ettim küfür ettim ve sonra kendime sus derken kendimi duydum işte bu çok konuşuluyor olarak algılanıyor...
İnsanın konuştuğu ile değil sustuğu ile anlaşılması lazım, konuşunca herkes anlar ama, o utançlıkla, mutlulukla, özlemle, korkuyla bakan gözler sustuklarını anlatır.
Birde, o kendine bile söylemek istemediğin gerçekler vardır. Hiç boş durmayan hep bir şeyler yapan adam, veya bir kadın, evet gelişmek için yapıyordur fakat bunun gerçek sebebi kendini meşgul etmektir. Gerçekten kaçmaktır, aslında tam olarak gerçek denilemez de bazı gerçeklerden kaçmaktır.
Bir insan neden şiir yazar?
Evet bu hoşuna gider, mutlu olur, argo kelimeler ile yazılan şiirin bile altında çok şey vardır.
Konuşurken çok çabuk öfkelenen bir insanın aslında konuştuğu kişinin iyiliğini istemesi gibi,
Çok konuşan bir insan evet kendi iç sesini duymamak için konuşur ama bir de ilgi bekler, Sevgi bekler, anlaşılmak ister, eğer bunları yapamıyorsa işte o zaman bunları kağıda döker,
Tanımadığı insanlar tarafından anlaşılmak ister.
Ama aslında onların da iyiliğini ister çünkü bir insan gerçekten bir şey yapıyorsa onun amacı iyi de olsa kötü de olsa bir sonuca ulaştırmaktır.
Sonuç dediğimiz şey aslında gerçek bir bilinmeyen değil mi?
İnsan maalesef sebeplere odaklanmaz sonuca odaklanır, ama hiç o insanın kararsızlığını sormaz ya da belki de korktuğu bir şey vardır bunun sebebini öğrenmek istemez.
İşte o yüzden anlattığım Keloğlan hikayesi gibi, umursamamak bazen en iyisi...
Elbette yaşanılan her şey kaderdir, ama kader insanın kendi çabasına bağlıdır.
Çabalayınca olmaz ama çabalamayınca da olmaz.
İşte bu da aslında ruhun yavaş yavaş bedenine küsmesidir. Emin olun, bazı şeyleri tecrübe etmiş insan, yanlış'ta olsa sevmekten çok sevilmeyi ister.
Ama şunu unutmayın, insan hep benzememek istediği insana benzer.
O seni sevecek belki sen onu seveceksin, ona sevgini gösteremeyeceksin ve o sana bağlanacak, daha kötüsü ne biliyor musunuz; gösteremediğin sevginin sonucu bir bitiş olacak.
Her bitiş yeni bir başlangıç değildir her bitiş yeni bir başlangıç içerisinde, aslında bir kayıptır.
Empati; empati dediğimiz şey kendini onun yerine koymak değildir, sadece onun düşündüklerini kendi düşündükleri ile vurmaktır. Mesela bir psikolog empati kurar, düşünür, anlar değil mi?
Bunu neden yapar biliyor musunuz onu kendi düşüncesiyle iyi yapmaya çalışır yani empati göründüğü kadar temiz ve masum bir şey değildir.
Analizin temeli, manipülasyonun temeli olan ve tecrübeyle birleştiği zaman bir terminatöre bile dönüşmene sebep olacak olan bir şeye neden körü körüne iyi deniliyor ki?
Ağlamak iyidir diyorlar, rahatlatır diyorlar, kazandığın iyi veya kötü tecrübeyi içine atmadan hazmetmene yardımcı olur diyorlar ama bir de diğer bir taraftan bakarsak ağlayan insan şeytana bile dönüşebilir, ama bunu kimse demiyor haha...
Kendini biraz olsun nasıl rahatlatırsın?
En azından bu kendi yaptığım şey, tek pencere bakmamak.
Bir evde belki 5 tane pencere vardır, dışarı bakarsın bir şey görürsün çok hoşuna gider ama diğer bir pencereden bakarsın işte tek pencere bakan insanların görmediği şeyi görürsün işte o zaman dünyan başına yıkılır, etrafını düşündüğün için bunu anlatmaya çalışırsın ve onlar tek pencere baktığından dolayı göremezler, sana deli demek yetmezmiş gibi bir de senden uzaklaşırlar.
Yani korku dediğimiz şey yapmaktır, korku dediğimiz şey yapmamaktır, korku dediğimiz şey korkmaktır evet ama korku dediğimiz şey korkmamaktır...
Bence empati dediğimiz şey kendini başkasının yerine koymak değil de, başkasının hayatını kendi tecrübenle birleştirip sanki sen yaşamışsın gibi düşünmektir yani ben olsam ne yaparım? bir empati değilde, ben onun yaşadığını yaşasam kendimi nasıl kandırabilirim. Çünkü gerçekten empati kurmayı bilen bir insan tecrübesi olan bir insandır.
Tecrübesi olan bir insan her türlü yaşanmışlığı kendi hayatı gibi düşünürse, çok daha iyi bir bakış açısına sahip olacaktır ama tek yaptığı kandırmacadan ibaret olacaktır...İnsan bazen bütün herşeyi kendisi devirir, kendisi kırar, kendisi mahveder. Domino taşı düşünün, siz kendiniz dizmeye başlarsanız çok güzel şekil verirsiniz, kusursuz ilerlersiniz, ama çok küçük bir hata da onun yıkılışını seyretmek zorunda kalırsınız, sonra hayat şöyle hayat böyle deriz, hayat adil olmasa da aslında yanlış bize ait olur. Şunu asla unutmamalıyız ki senin hayatını başkası şekillendirmeyecek.
Ama şunu da söylemeliyim, bunu yapan insan, korkan, aşık olan insan; Bu duyguyu ilk defa yaşıyor ve istemsiz olarak alkol almışcasına sarhoş oluyor heralde tüm duygularını aynı anda kaybetme duygusu'nu saymazsak, yaşıyor...
İşte, bu duyguyu hayat sana yaşatıyor zaten adaletsiz olduğu ona deniliyor, iyi bir duygu olsa da kötü hissettiriyor. Bir söz ile bu sayfayı kapatalım; Yaşarsın, izi kalır. Yaşayamazsın, sızı kalır. İzi kalsa tecrübe der geçersin de, sızı kalınca sadece içinde ukde ve pişmanlık kalır...(SONSUZ NOKTA)