İşte yine başlıyordu. Eğer evden saat yediden çıkarsa okula sekiz gibi varabilirdi ancak okunun demir kapıları sekiz buçukta açılıyordu. Yarım saat beklemesi gerekiyordu ama güne sağlam bir suratla veyahut vücutla başlamak istiyordu. Aslında suçlu kendisi değildi, bunu tabii ki biliyordu ama bazıları onun nefes almasını dahi istemeyebiliyordu. Bu yüzden artık suçlu kim diye aramayı bırakmıştı. Her şey onun Diyarla sevgili olduğunu bilmediği okulun en güzel kızı Helin'e karşı masum hisler beslemesiyle başlamıştı. Diyar.. Onun korkunç kabusu, okulu ona zehir eden zengin zorbası... Ve buna rağmen hala okulda ilahlaştırılan ve adeta tabu haline getirilmiş o mükemmel şahsiyet... İtiraf etmeliydi ki bundan nefret ediyordu. İnsanların bu kadar kör oluşundan ve aptal olmasından... Ne yani piç olmanın bahanesi yakışıklı olmak mıydı? Sorun Helin'e karşı hisleri olması değildi. Hatta platonik olmak onu rahatsız bile etmiyordu ancak keşke günlüğünü sırasının altında unutmasaydı. Unutmasıyla birlikte Diyar'ın sanki kendi günlüğüymüş gibi bulup okuması da bir olmuştu. Üstelik sadece Diyar değil maalesef tüm okul okumuştu. Günlüğünün sayfalarının fotoğrafları sınıf kapılarından okul tuvaletlerine kadar her yere asılmıştı. Sorun yoktu. Buna da katlanabilirdi. Ancak işi yokuşa sürükleyen şey Helin'in bu olaydan sonra onu "sapık" diye etiketlemesiydi. Artık tüm okul onu "sapık" olarak biliyordu. Komik olan da bu ya kimse işin aslını bile bilmiyordu... Okula yeni gelen dokuzlar bile ona "sapık" diyordu. Halbuki o ne yapmıştı? Sadece sevmişti. Hem de öyle arzudan kaynaklı da değil , gerçekten sevmişti. Ancak şunu bilmiyordu : Bu dünya masum kalpler için bir cehennemdi...