1.4

371 73 54
                                    

SELAMMM iyi okumalar

oy ve yorumlarinizi bekliyorumm
(lutfen COK ihtiyacim var)

୨ৎ ₊˚✧ 🍃

elindeki poşetler ile beraber dört katlı mavi apartmanın önünde duran yongbok, gerginliğini azaltmak için psikologunun yıllar önce öğrettiği nefes egzersizlerini yapıyordu. her nefes alış ve verişinde her seyin iyi olacağını, yanlış bir şey yapmadığını ve yaşadığı zorluklara haksızlık etmediğini sadece ona yardım etmek istediğini aklından geçiriyor, kendine hatırlatıyordu.

yongbok, minho ile ilgili her şeyi seviyordu. kırmızı saçlarını, gözlerini, üstü çıkıntılı pembe dudaklarını, uzun kirpiklerini, kaşlarını, burnunu, vücudunu, merhamet dolu kalbini.. yongbok için minho her şey demekti. her zaman bu böyle olmuştu. minho için veremeyeceği tek bir şey bile yoktu. bunu minho da biliyordu. hep bilmişti.

tüm bunlara rağmen minho'nun onları yıllar boyunca birbirlerinden uzak hayat mucadeleleri vermek zorunda bırakması boğazındaki yumruyu saniyesi saniyesine büyütürken aslında sadece ikisinin iyiliğini düşünmeye çalıştığını, kendinde olmadığını ve onu aslında terk etmediğini hatırlatarak hasta beynine yardımcı olmaya çalışıyordu ama nafileydi. yongbok uzun bir süre minho'yu affedemeyecekti.

ve şimdi, onu bir süre affedemeyeceğini bilmesine rağmen bu kapının önünde elinde ilaç kutuları ve yemek malzemeleri ile beklerken ne yaptığını kendine sorup duruyordu. belki de jeongini haklıydı? onu tekrar üzecekti, bilmiyordu.

yol boyunca beynini ve kalbini xehieleyen olumsuz düşünceler ve seslere karşı koymaya çalışmış olsa da yıllar boyu engelleyemediği gibi yine onları engelleyememiş ve düşünceler yine bir yılan timsaliyle beyninin kıvrımlarında dolanmaya başlamıştı.

korkuyordu.

kendini açıklamaya çalışırken her şeyi berbat edip tamamiyle dibe çökmekten korkuyordu. jisung'un haksız, jeongin'in ise haklı olmasından korkuyordu. red frezya'yı kaybetmekten korkuyordu. yıllar sonra edindiği arkadaşlarını kaybetmekten korkuyordu. minho'nun onu tekrardan -isteyerek ve ya istemeyerek- bir başına bırakmasından korkuyordu. ölen annesini hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyordu. yongbok genel olarak her şeyden ve her ihtimalden deli gibi korkuyordu.

beynindeki yılanlar kıvrılarak dolaşmaya devam ederken yongbok geri dönmek ve dönmemek arasında büyük bir ikilemdeyken son anda aklına minho'nun çok hasta ve ona ihtiyacı olduğu gerçeğini getirmiş ve tüm cesaretini toplayarak üstünde lee minho yazan zile basmıştı.

yongbok, minho'ya ne kadar kızarsa kızsın onun en ufak çaresizliğinde kapısında bitecek bir aşka sahipti. bu, liseli bir çocukken de aynıydı şimdi 26 yaşında bir adam olarak da aynı kalmıştı.

açılan kapı ile beraber yavaş yavaş çıktığı merdivenlere beraber dördüncü kata çıkmış, sekiz numaralı dairenin önünde kırmızı saçlı adamın karşısında durmuştu. minho ona hastalıktan solmuş yüzüyle şok içerisinde olduğu belli olan bir ifadeyle bakıyordu.

yongbok bir şey demeden birbirlerine baktıkları saniyeler içerisinde minho'nun vücudunu süzmüş ve hastalıktan kırıldığı belli olmasına rağmen sadece bir tişört ve şortla durduğunu farketmişti.

"aman tanrım! hasta olmana rağmen nasıl böyle durabilirsin? minho, titriyorsun."

ayakkabılarını hızla çıkararak elindeki poşetleri hâlâ daha şokla dikilen adamın kolunun altından geçirerek kapıya kenarına koymuş ve hızla içeri girmişti. montunu çıkartırken bir yandan da söylenmeye devam ediyordu.

i'm your manHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin