Tekerleklerin üzerinde ilerliyorum, kafam da çığlık sesleri, bağırmak istiyorum ama ağzımda ki bez parçası buna izin vermiyor, kalkmak istiyorum ama vücuduma giren iğne ile bu imkansız hale geliyor, değişik sesler işitiyorum bunlar her gün duyduğumuz normal insan sesleri değil sahi ne bu sesler?
ben neredeyim? beynim bunları düşünmeme izin vermiyor bir zaman sonra. Koca bir karanlığın içinde kayboluyorum, mahvoluyorum...
gözlerim yavaş yavaş pencereden gelen yansıma ile açılmaya başlıyor. Seçemediğim bir insan yüzü var karşımda. Kim bu? Kadının elleri koluma doğru uzanıyor. Kafamı yavaşca koluma doğru çeviriyorum. iğne dolayısıyla mosmor kesilmiş muhtemelen. Ama bu morluk yetmiyor sanırım karşımda duran iki çift göze. bir daha batırıyor iğneyi yıpranmış kollarıma
kollarımdan beynime gidiyor verdiği sıvı yavaş yavaş... evet hissedebiliyorum uyuşuyor vücudum. kapanıyor yeşilinin her gün biraz daha kırmızıya döndüğü yaşlı gözlerim. Ben uyumak istemiyorum ki yeterince uyumadım mı zaten? konuşmak istiyorum yeterince susmadım mı zaten? Ben bunlarla baş etmeye çalışırken kadın hedefine ulaşıyor ve beni derin bir uykuya sürüklüyor. Her zaman yaptığım gibi yine uyuyorum çünkü orası benim kaçış yerim. fırtınadan kaçmak için sığındığım ama her seferinde uyanışla birlikte sürüklendiğim yer
Bir okyanusun ortasındayım. Sağa bakıyorum yalnızlık, sola bakıyorum sessizlik. Şaşırıyorum kendi kendime; "bu kadar çaresizliğin içinde nasıl hayatta kalabildin?"sonra bir çatırtı duyuyorum üzerinde olduğumu yeni farkettiğim buz parçasından. Ama düşmüyorum. Küçük bi parça kalmış tutunduğum. Evet! diyorum başardın hayatta kalmak gibi zorlu bir mücadeleyi yendin. Ama yine umutlarımın tek tek basamak yaptığı merdiven birer birer kayboluyor. Hani o çok sevdiğim yüzüme vuran ışığıyla beni güzel bi sabaha uyandıran gözlerimin rengini bir ton daha açan yakıcı ve içimi ısıtan güneş varya. Bu sefer beni diriltmek yerine öldürüyor. Güneşi sadık bir sevgili gibi pamuklara saran bulutlar tıpkı aptal insanların yaptığı gibi güneşi asla gitmeyeceğine inandırıp onsuz nasıl yaşanır öğretmeden yavaş yavaş kollarını çekiyor sarmaladığı kollardan. Belki de benim gibi bir zavallıya acı çektirmek için terk ediyor daha önce ışığı hiç sönmemiş ama bundan sonra hiç yanmayacak güneşi...
Gözlerim açılmaya başlıyor. Karşımda yine bir hemşire göreceğimi düşünerek kapatmaya çalışıyorum ama farkediyorum ki kimse yok yine kendimle baş başayım belki de o canımı acıtan sinir bozucu hemşirelerin benimle ilgilenmesi bile hoşuma gidiyordu. Hiç tanımadığım birinden bile sevgi görme isteği bir çılgınlık mıydı çaresizlik mi?
Ben kendimi sorguya çekmeye devam ederken kapıyı tıkırdatmadan içeri giren hemşireye doğru bakıp tam ağzımı aralarken hemşire söze giriyor
- selam biraz daha iyi misin?
İyi olmak... İyi nedir kötü nedir? Neden iyi veya kötü olmak zorundayız ki iyi her zaman iyi midir kötü her zaman kötü mü? Ben... Peki ben gerçekten nasılım uzun zamandır hiç birşey hissetmiyorum sanırım bu duygular artık bana yabancı geliyor ben hiçim hiçliğin içinde boğulup gidiyorum.Tabii ki bütün insanların kaçış yöntemini kullanıp iyiyim diye cevap verdim karşımda ki tanımadığım yüze. onun da gerçekten iyi olup olmadığımı sormadığını biliyorum zaten. Hiç kimsenin bunu merak etmediğine de eminim.
Merak nedir ki? Birinin başına birşey gelme olasılığıyla ortaya çıkan adına endişe denilen duygu mu? Yoksa sevdiğin bir insanın her dakika neler yaptığını mutlu mu endişeli mi kırgın mı olduğunu düşünmek mi?
Bilmiyorum. Ne yazık ki bilmiyorum...hiç merak etmediler ki beni. İnanın çok istedim. Defalarca ölmek için direndim fark etsinler diye. Ne oldu biliyormusunuz? Hastane odasına hemşire dışında tek bir varlık girmedi. Yine yaralarımla kaldım. O yaraları da kendim sardım. yine kendi umutlarım da boğuldum birinin beni kurtarmak için can simidi atmasını bekledim ama onlar yanımdan sessizce, acıyarak baktı ve gitti. Ben boğuldum ben soğuk suların altında derin bir uykuya daldım hiç uyanmamak üzere
Güneş yine her zaman ki gibi kalktı erkenden uyandırdı beni evet gözlerimi yavaş yavaş açtı ama ruhum da ufak bir kıpırdama bile yoktu o ölmüştü artık terketmişti yorgun bedenimi son zamanlarda çok direndi terketmemek için fazla doz bile aldı hatta ama nafile bu sadece böbrek ve karaciğerime zarar veren bi hamle olmuştu herkes gibi ruhum da terk etti beni.
düşüncelerimde boğulurken acı çeken bi çığlıkla gözlerimi açtım yeniden dünyaya. Neydi bu ses kimdi bu kadar acı çeken belli ki çığlıklarına saklamıştı o acıları gözlerimi açtığımda yanımda kimse yoktu son kez etrafımı kontrol ettikten sonra kolumda ki yapışkanlardan kurtulup kapıya doğru yöneldim burası neresiydi hala hiçbir fikrim yoktu ama yürümeye devam ettim. Karşıma çıkan bitkin, gözleri şiş, saçları dağınık, üzerinde parmak uçlarını aşan uzun kollu, ceket şeklinde bir giysi olan kızı görmemle kalp atışlarımın hızı gittikçe bitkin hale getiriyordu beni. Beni mi taklit ediyordu bu yabancı ben adım attıkça o da adım atıyordu yavaşça kaldırdım iğneden delik deşik olmuş kollarımı evet o da kaldırdı yaklaştım ona nazikçe korkutmadan usul usul tuttum ellerinden sarılmak istedim sıkı sıkı ama yapamadım çünkü karşımda ki bi aynaydı kendimi tanımam çok uzun sürmüştü bu ben miydim gerçekten gözümden düşen yağmur damlası üzerimde ki kıyafeti ıslattı başımı eğdim baktım. Deli adı verilen insanların giydiği kıyafetti bu. aslında deli olan biz değildik biliyor musunuz burası sadece dışarıda ki insanlardan bizi korumak için yapılmış akıllı olan insanların girdiği akıl hastanesi...
üzerime giydirilen kıyafetle yürümem çok zor oluyordu. Bir adım daha attım ama bu sefer düştüm kalkamadım. karşımda ki aynaya uzattım elimi: hadi yine yapabiliriz kalkabiliriz hadi tutsana elimden hadi! kaldır beni bırakma burada lütfen hadi! daha fazla bağırmaya gücüm yetmedi. etrafıma insanlar toplanmış beni izliyordu. Kimisi elinde bir oyuncakla, kimisi elinde tuttuğu bir tutam saç ile. hepimiz aynıydık aslında. Sadece üzerimizde ki kıyafetler değil acılarımız, anılarımız, göz yaşlarımız gülmeyen yüzlerimiz, terk edilmiş ruhlarımız...
Bırakın beni gitmem lazım lütfen! hemşirenin kolumu sertçe tutmasıyla hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. acıyanın kolum olduğunu sandılar keşke...keşke öyle olsaydı ama beni ağlatan şey kalbimdeki sızıydı.
tekrardan çıkardılar o nefret ettiğim iğneyi. Sesimin çıktığı kadar konuşmaya çalıştım: yetmedi mi doktor canımın yandığı? bir de siz tekme atıyorsunuz düşmüş bedenime üzmeseniz beni, sadece başımı okşas- daha fazla cümle dökülemedi dilimden. Yine sustuklarım da boğuldum.
ilaç zannettiğimiz o iğneler, antidepresanlar varya işte onlar geçici bir teselli asıl ilaç sevgi asıl ilaç saçına dokunan eller ağızdan çıkan tek bir güzel kelime, canına kıymak için eline aldığın bıçağı gözlerindeki çocuksu korkuyla elinden alanlar, yanağında ki çukuru belli edenler
Peki ya hiç bu duyguları yaşamamış olanlar?