-Günümüz-
Bütün gece yağmur yağmıştı.Ve bir saniye bile gözümü kırpmadan zaman gelmişti. Benim için vakit yazma vaktiydi. Bugün farklı bir şeyler yapmak istiyor, havanın güzelliğinden midir yahut bende ki ruh halinin acayipliğinden mi ne olduğunu bilmediğim bir nedenden dolayı dışarı atmak istiyordum kendimi. Yalnızlığın gülünesi yanları bunlar.
Dışarı çıkmalıydım.Perdeyi araladım.Hava gece boyu yağan hüzünlü yağmura inat güneşliydi. Gülümseyen insan yüzünü andıran ağaçlar, kısa boylu, inatçı çalılıklar...Hemen sağ tarafta orta yaşlı iki kadın, biri diğerine hararetli bir şey anlatıyor. Tekrar gökyüzüne baktım, solgun havaya rağmen güneş ısıtmak ve yeryüzüne ulaşmak arzusuyla direniyordu.Ama yine de paltomu almadan dışarı çıkmaya cesaret edemezdim. Yağmur yağsa ne yapardım? Islanmayı seviyor fakat soğuk havayı iliklerime kadar hissederek üşümekten hoşlanmıyordum.
Perdeyi kapattım. Bir kaç dakika dalgınlıktan sonra her boş anımda beynime üşüşen düşünceleri kovdum. Başka şeyler düşünmeye fırsat olmayacak çabuklukta yerimden kalktım, not defterimi aramaya koyuldum.Gün geçiyordu;zamanı yakalamalıydım.
Her zaman koyduğum çekmece de yoktu.Yatağımın baş ucundaki komidinde de... Burada olmalıydı. Bir kaç saniye düşündükten sonra hatırıma geldi. Dün gece bir kaç cümle karaladıktan sonra yastığımın altında muhafaza etmiştim. Bu unutkanlık son zamanlarda hayli sık yaşanır olmuştu. Anne yadigarı bir huy daha.
Bir çırpıda not defterimi aldım ve sokağa fırladım.
Henüz iki adım atmıştım ki birinin bana seslendiğini duydum."Leyla, kızım neredesin iki gündür göremedim seni?"
Seslenen alt kat komşum Zümrüt Teyze idi.Evinin penceresinden aşağı doğru eğilmiş bana bakıyordu. Asıl adı Asiye olsa da ben ona taşındığım ilk günden beri bu şekilde hitap ediyordum.Nedenini hiç sormamıştı.Belki de tahmin ediyordu.Zümrüt yeşili gözleri vardı. Ama asıl sebeb bana hep annemi hatırlatıyor olmasıydı.
"Bitirmem gereken yazılarım vardı; çıkamadım evden bir türlü."
diye cevab verdim, rahat duyması için sesimin tonunu yükselterek."Karamelli pasta yaptım.Yanıma uğra mutlaka.Bir de güzel çay demlerim.Hem yeni yazdıklarını da okursun bana."
"Olur,eve dönünce yazdıklarımı da alır gelirim yanına. Hadi görüşürüz."
Aslında karamelden nefret ederim ama yine de o güzel çayından içmek için uğrayacaktım.
Günlerdir görmediğim derenin yanından geçtim. Usul usul akıyordu.
İnsan eskiyor da zaman yepyeni duruyordu sanki. Ruhum bir kaç yıl daha yaşlanmıştı sanki.Gerçi bedenimin de 18 yaşında olduğu söylenemezdi.Eylülde 29 yaşında olacaktım. Ve bu insana hiç iyi şeyler hissettirmiyordu.Hele de benim gibi iki senedir yalnız yaşayan birine.
İki sene önce annem vardı.Benim en iyi dostum.Onun gidişi beni hayatımda ikinci kez yarım bırakmıştı.Tahmin ettiğimden fazla yanmıştı canım.
Daha fazla düşünmeden yoluma devam etmeye başladım. Daldığım bu düşüncelerden boğulmadan kurtulmanın verdiği rahatlıkla adımlarımı hızlandırdım.Dereyi takip ederek köşeyi döndüm.
Hatırladık bir görüntü belirdi gözümde.Değişmeden duruyordu çay bahçesi. Zamanın eskittiklerine inat bir direniş sergiliyordu adeta.
Bir kaç ay önce neredeyse her gün uğrardım buraya. Ama şimdilerde buranın varlığını bile unutmuş gibiyim.
Unutmak, bazen büyük bir mucize yaratırken bazen de kayıplar yaşatıyor bize.
Alıştığımız mekanları, zamanları, insanları bile unutabiliyorken kullanılmayan duyguları unutmamak ne denli mümkün?
Çay bahçesine doğru adım attım; kolumda çantam, aklımda bunca cümle...
Hava soğuk olmasına rağmen içerde oturmayı canım çekmedi.Garipti.Yağmuru istedim.Hatta ıslanmayı arzuladım.
Bahçede bir masaya doğru yöneldim, sandalyeyi çekip usulca oturdum.Bir an üşüdüğümü hissettim.
Oturduğum sandalye biraz sallanıyordu.Kalktım karşı sandalyeye oturmuştum ki yanıbaşımda duran bir çift mavi gözün bana baktığını fark ettim.Hafif bir irkilme yaşadım.
Mavi gözlerini çevreleyen çizgiler belirgindi yüzünde.Çoğu beyazlamış saçları yakışıklı kalıyordu onu.Tanıdık bir gülümsemeydi gördüğüm."Çayı yeni demledim, ister misiniz bir bardak?" dedi kadife bir sesle.
"Olur." diyebildim sadece.
Bahçedeki masalarda kimsecikler yoktu.Bir tek ben miydim soğuğun mutlu ettiği insan?
Etrafa göz gezdirmeye başladım.Bahçenin çevresini yemyeşil sarmaşıklar sarmıştı.Benim ruhumdan daha düğüm düğümdü yaprakları. Sarmaşıkların uzantısının bittiği köşede mor menekşeler selamlıyordu buraya gelen insanları. Aralarında bir kaç papatya barındırıyorlardı.Bu bambaşka bir güzellik; deniz olmalıydı şimdi, üstünde gezinen martıların sesleri...
Bir kaç dakika sonra beni buralara kadar sürükleyen amacımı unuttuğumu fark ettim.Yazmak...
Yazmak arzusuydu beni bu durumlara düşüren.
Birini sevmek kadar duygu yüklü yazma meselesi . İnsan bir şeyler yazarken ne hayatın ortasında kalabiliyor ne de tamamen dışına çıkabiliyor.
Bazen bazı olaylara, nesnelere, insanlara fazla anlam yüklediğimi düşünüyorum. Anneme çektiğimi düşünürüm bu konu da. Edebiyat öğretmeniydi annem.Bir şiir aşığıydı Zümrüt Hatun.Beni de böyle yetiştirmişti.Ama gençken yani yaklaşık 10 yıl kadar önce bu duyguları böylesine doruklarda yaşamıyordum.
Aslında henüz yaşamıyordum. İtirafı zor olsa da aşikar olan şey beni duyguların çemberine böylesine hapseden asıl kişi annem değildi.
Ben daha 19 yaşındayken annemin yapamadığını yapmıştı.Bir tek bakışla tüm şiirleri bana ezberletebilen birisiydi o.
Düşüncelerden sıyrıldığımda önümde duran çayın buharına takıldı gözlerim.Nasıl da fark edemedim yaşlı, mavi gözlerin yanıma geldiğini, çayı bırakıp gittiğini. Kaçırdım o sıcacık gülümsemeyi.
Gün daha fazla kaçmadan yakalamalıydım.Hem daha Zümrüt Teyzeye sözüm vardı. Karamelli pastası için olmasa da bana annemi hatırlatan o gülümsemesi her şeye bedeldi. 1 yıldır tanıyor olmama rağmen yılların aşinalığı vardı yüzünde.
Çaydan bir yudum aldım.Not derfterimi çıkarırken kapıdan gelen ayak seslerini işittim.Sanki kalbimle aynı ritimde atıyordu.
Bir çırpıda oturdu masaya.Benim gözlerim ona takıldı.
Dağınık duran simsiyah saçları vardı.İlk defa bir düzensizlik bu denli hoştu.Gözleri ela yahut kahverengiyi andırıyordu; bu mesafeden seçemiyordum.Üzerinde solgun mavi bir gömlek vardı.Yorgunluk bir sorumluluk gibi omuzlarında oturuyordu fakat yüzünde halini belli eden tek bir çizgi belirmiyordu.
Sanki yaşadıklarını yüzüne değilde saçlarına yansıtmıştı.
İçimde bir acı hissettim.Ne kadar da tanıdık bir yüz! O kadar eminim ki bu yüzü tanıdığıma.Ama kim ?
Gözümü ayırmadan onu izlediğimi o başını kaldırıp bana baktığında anladım. Ve işte o zaman gözleri gözlerime dediği an tanıdım onu.
Kalbim duracak gibiydi.Ruhum sıkıştı, bedenime sığmıyordu adeta.
Bu O'ydu. Asaf.
Başımı ellerimin arasına aldım. Gözlerimi kapadım.Aklım bana oyun oynuyor olmalıydı.Çünkü o gitmişti. Ve herkesin bildiği gibi gidenler dönmez, ansızın karşımıza çıkmaz.Filmlerde olur o hayranlık duyulan tesadüfler.
Gözlerimi açtığımda kimsecikler yoktu.Her şey bir göz açıp kapama süresinde olmuş olamazdı.Hem çok gerçekti. Yine kalbim sıkıştı.O'nu her an hatırlamam yetmezmiş gibi gördüğümü sandım.
Mideme kocaman bir yumruk yemiş gibiydim. Acı içinde kıvranıyordum hem de hiç kımıldamadan.
Bu midemdeki yumruğu yıllar önce yine aynı adam yüzünden hissetmiştim.Ama bu seferki fazla hüzünlü.
Kapıya doğru baktığımda kimsecikler yoktu.Keşke gözlerimi hiç kapatmasaydım.O'nu gördüğümü sanmak bile ruhumda açılan boşluklardan huzur doldurmuştu.
Bir insanın günün bu saatinde,böylesine soğuk bir havada,bu sandalye de tüm bunları düşünüyor olması ne kadar doğal?
Oysa çay içmek istemiştim sadece.
Ama asıl mesele ruhumdaki o boşlukların nasıl açıldığı olmalı.
Yıllar önceydi. Henüz 19 yaşımdaydım.Ve sıradan bir sabah,sıradan bir 19 Nisan sabahı devamında bana hiç sıradan olmayan bir gün getirmişti.Kapanmayacak boşluklar getirmişti,tüm özellikler bir insanda nasıl bir arada bulunur diye şaşıracağım günler getirmişti,yüzündeki aşina olduğum gülümsemesiyle bana bakacak olan bir adamı getirmişti.Asaf'ı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hep Seni Yazdım Adam
Romance"Masadan kalkıp giden adamlar yüzünden yarım kalan hikayelerim var benim." Uzun soluklu değildi hikayem ama yine de yarım kaldı. Ben gibi, benim gibi, bana dair her şey gibi..