(eski bir alışkanlık olarak
bana doğru kanayan ne varsa seviyorum
o "merhametin fazlası öldürür insanı" diyor
oysa biliyor, ne zamandır ölmüyorum
- erdal erdem)
"Hassiktir Aylak," diye bağırdı Sirius. "Bunu nasıl gözden kaçırmış olabiliriz?"
"Abartıyorsun," diye yanıtladı, gözlerindeki korkuyu sesine yansıtmamaya çabalarken, diğeri. "O kadar da kötü değil."
"Nasıl üstesinden geleceğiz? Sadece ikimiz varız."
"Daha fazlasına ihtiyacımız yok."
Sirius, tartışmanın bir sonuca bağlanmayacağını anlamıştı, bu sebeptendir ki ısrar etmeyi bıraktı. İçinden bir ses, Remus'un, en başından beri hepsinin farkında olduğunu fakat hiç de umursamadığını söylüyordu ona. Ama hayır, resmen boku yemişlerdi, dolunay yılbaşı tatiline denk geliyordu ve koca Hogwarts'ta evlerine gitmeyen iki kişi vardı. İki koca aptal. Her zaman ikisi, birinci sınıftan beri, yılbaşını birlikte geçirirlerdi, her seferinde birbirlerine nasıl birer hediye seçecekleri hakkında endişelenir ve gün doğumunu görene değin ayakta kalırlar, korku hikayeleri anlatırlar, gizlice Slytherin Ortak Salonu'na girmeyi denerler ya da "İksir Sınıfı"na nazik bir ziyarette bulunarak serin, sert betonun üzerinde farklı tarifler denerlerdi.
Sirius, "Bari Remus'un aile ilişkileri biraz düzgün olsaydı da eve gidebilseydi." diye düşünürken, bir yandan da onun dostluğunu, sıcaklığını ve devasa yalnızlığını ortadan kaldırması konusundaki yeteneğini takdir ediyordu. Tabii, bilmediği şey, Remus'un on bir yaşındayken tanıştığı çocuğun yalnız kalmasına gönlü elvermemesi ile verdiği bir kararın cefasını, yaklaşık dört yıldır çektiğiydi.
Remus, daha önce onlarca kez arkadaşlarının önünde dönüşmüş, ve her seferinde biraz daha kolaylaşıyor olsa bile, hep güçlükle zapt etmişlerdi acemi kurtadamı. Fakat bu seferki diğerleri gibi değildi. Sirius, bu işi James ve Peter'sız halledemeyeceğinden değil, Remus'a karşı fazla vahşi, seviyesiz saldırılarını dizginleyecek herhangi bir dürtü, dış etken olmadan davranacağıydı. Çünkü nasıl Remus solgun ay ışığı altında, kana susamış bir canavara dönüşüyor ve kendini kaybediyor ve kendine zarar veriyor ve durmak nedir bilmiyorsa, Sirius da arkadaşı yanı başında acı çekerken eylemsiz kalamıyor ve o çabuk çözüm üreten kalın kafasına hangi insanüstü fikir geliyorsa ona bombalama atlıyordu.
"Merak etme," diye yanıtladı Remus. "İyi olacağız."
Ortak Salondalardı. Tek başlarına, yalnız ikisi, Remus'un sabahtan beri elinde gezdirdiği ve kapağını açmadığı kitap, ayaklarını koltuğa boylu boyunca uzatmış; şömine cayır cayır yanıyor, bedenlerini tepeden tırnağa saran bir ısı dalgası, ince kıyafetlerinin altından dahi terlemelerine sebep oluyordu. Sirius, Remus'un hemen dibine çökmüştü, sırtı koltuğa dayanmış, halının yumuşak iplikleri poposunu kaşındırıyordu. Ancak Remus onun saçlarıyla oynuyor, parmaklarını yağlı tellerden geçiriyor ve onları, sanki mümkünmüşçesine, daha da dolandırıyor, açmaya çalışırken her şeyi arapsaçına döndürüyordu. Sirius, bu kasıtsız kafa masajından, kış aylarına yakışmayan abartılı sıcaktan ve en önemlisi, kendilerine yarattıkları şu minik dünyanın, gerçeğin asla sahip olamayacağı bütün huzuru içinde taşımasından öyle hoşlanıyordu ki, poposunun kaşınmasını dert etmiyordu.
Ve korku Remus'u yiyip bitiriyordu, ve korku her zaman Remus'un en büyük düşmanı olmuştu. Neyse ki loş ışık bakışlarını, dehşet içinde yüzen ve tutunacak bir dal arayan çaresizliğini saklayacak kadar müşfikti, bu sayede Sirius endişelenmeyecek, ve yanındakinin ellerinin titreyişini, bütün vücudunun nasıl tir tir titrediğini fark etmeyecekti. Remus, son bir kez, suçluluk içinde kıvrandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
it's always you | wolfstar
Fanfictionbelki de aynı yıldızdan doğup geldik dünyaya. * [one-shot]