Duyduğum şey karşısında kaskatı kesilmiştim. Ne demekti bu kehanet gerçek miydi? Buna asla izin veremezdim. Onlar siyah taş ise bende beyaz taştım. Atalarım yıllar önce onları yendiyse bende yenebilirdim. Bu çok zor olmamalıydı değil mi?
Yavaşça ayağa kalktım.
"Espri anlayışınıza hayran kaldım fakat siyahların soyu tam 300 yıl önce tükendi baylar." dedim yapmacık bir ses ve gülümseme ile.
Yatağımın üstünde oturan adını bilmediğim çocuk bana doğru yürüdü. Aramızda iki adım kala önümde durdu. Çenemi sağ eli ile kavradı ve yavaşça havaya kaldırdı.
"Paul kapıyı kilitle, anlaşılan hanımefendi kim olduğumuzu anlamadı." ikinci bir şok...
Ne demekti bu bana savaş mı açıyordu bu kaltak?
Onu sertçe ittirdim. Aniden gelen bu hareketimle 3-4 adım geriledi. Adının Paul olduğunu öğrendiğim çocuk ise kapıyı çoktan kitlemiş yanımıza gelmişti."Kes şunu sana savaş bile açmadık, durduk yere savaş başlatma. Ama istersen başlatırız." yüzünde sinsi bir gülümseme oluştu odanın ışığını kapattı. Sadece bir saniye içinde Arena'ya benzeyen bir yere ışınlanmıştık. Bana savaş açmışlardı.
Tek başıma en fazla ne yapabilirdim bilmiyordum ama elimden gelen en iyisini yapmam gerekiyordu. Eğer bu iki adam cidden siyah prens ise bu bizim sonumuz olabilirdi."Siz bilirsiniz." elbiseyle rahat savaşmam imkansızdı ama şuan kıyafet değiştirmem daha ayrı bir imkansızdı.
Paul geriye çekilirken adını bilmediğim diğer prens aramıza 1-2 metre mesafe koydu. Savaş pozisyonunu ayarlıyordu. Wushu yapar gibi bir pozisyon alınca gözlerim genişledi.
Sihir kullacaktık?!
Bu benim için iyi olabilirdi. Ama ya hile yaparlarsa sonum mezar da olurdu. Düşüncesi bile korkunç. Şu yaşıma kadar birçok sihir öğrenmiştim savaşla alakalı olanları da vardı olmayanları da.
Sonunda bende normal bir pozisyon seçerken ilk hamle mi yapmamı bekledi. En azından centilmendi.
1 saat 38 dakika 42 saniye
Evet hala savaşıyorduk. Yorulmuştum ve o da yorulmuştu. Dudağından, burnundan ve kaşından kanlar akıyordu. Kendimi göremediğim için bir şey diyemiyordum ama bir ara kan kustuğumu söyleyebilirim.
Paul uyuya kalmıştı. Kendimi bir kenara çekip derin derin nefesler aldım. O da aynını yapıyordu.
"Yeterli mi?" diyen sesimi duyduğunda başını kaldırdı ve bana baktı. Dudağı yavaşça kıvrılırken konuştu.
"Ne o, yoruldun mu beyaz prenses?" sesinde ki alay dolu kelimeler beni delirtmek üzereydi ama laf atamayacak kadar yorgundum.
Kendimi Paul'un olduğu basamaklara
yönlendirdim."Bu kadar yeterli siyah prens." basamaklara oturduğumda o da yavaş ve yorgun adımlarla bizim yanımıza geliyordu.
"Eve gitmek istiyorum." yanıma oturdu ve yüzünü bana çevirdi.
"Paul uyudu bu yaratığı uyandırmak neredeyse imkansız." dediğinde göz devirdim. Keşke uyansa şu lanet şey.
Uykum vardı ama burda rahat uyuyamazdım. En azından denemem lazımdı. Yavaşça sert zemine başımı yasladım.
Olmuyordu işte!Kafam rahat bir yer ararken bir kahkaha sesi duydum. Gülüyor muydu bir de?!
"Komik mi?" ona baktığımda kahkahası daha da arttı. Bir iki dakika sonra normale dönmüştü.
"Gel." dedi omzunu göstererek.
Ne yani düşmanıma inanacağımı mı düşünüyordu?"Saçmalama." bakışlarımı başka bir yöne çevirdim iki saniye sonra bir el kafamı tutup omzuna yasladı.
Bu tanıdık lotus çiçeği kokusu...
Başımı ona çevirmeme izin vermiyordu bile.
Bizi uzaktan gören düşman değil sevgili sanar şu tipe bak ya.Uykum gelmişti ve bu adamın omzu fazla rahattı kahretsin.
"Bu arada adın neydi?" ona bakmama izin vermiyordu hala.
"Boris." ne bu kadar mıydı soyadı falan yok mu bu çocuğun? Kafamı bunlarla dolduramayacak kadar yorgundum.
•~2 saat sonra~•
{Yazarın anlatımıyla}Sandra, Boris'in omzunda uyuya kalmıştı. Boris uyuyamamıştı. Bu kıza karşı duygular hissediyor olamazdı. Onlar düşmandı ve öyle kalmaları gerekiyordu. Ama Boris için aynı şey geçerli değildi. Bu kızı ilk gördüğü andan itibaren bambaşka duygular içerisindeydi. Daha kendi duygularından habersizdi belkide?
Boris, Sandra'nın saçlarını okşayarak kokusunu içine çekti. O esnada Paul uyanıyordu.Paul başını kaldırdığında gözleri direkt abisi ve beyaz prensesi buldu. Gözleri genişledi tam bir şey diyecekken abisi söze girdi.
"Sus ve bizi krallığa götür Paul." Paul abisinin dediğini yaptı. Sadece bir saniye içinde krallıktaydılar. Boris Sandra'yı yavaşça yatağına yatırdı ve Paul ile ortadan kayboldular...