Bu ficin tamamının,
Carla Morrison - Disfruto şarkısı ile okunması önerilir.
2 mart, 2020
Hwang Hyunjin, belkide sana yazdığım bu mektuplar hiçbir zaman sahibine ulaşamayacak, her zaman oturup sana olan aşkımı döktüğüm bu masanın üzerinde çürümeye devam edecekler. Ama önemli değil. Sen aşkımı görmesende ben seni her zaman sevmeye devam edeceğim zaten.
Seni ilk gördüğüm anı, ilk karşılaştığımız zamanı, ilk konuşmamızı, ilk göz göze gelişimizi, adım gibi hatırlıyorum. Kalbimin ne kadar hızlı attığını, seni gördüğümde içime dolan o naif sıcaklığı her zerresine kadar hatırlıyorum. Zaten nasıl unutabilirim ki?
Bütün kimsesizlerin ve her şeyin sonuna gelmiş kişilerin, değersiz yaşamını sürdürdüğü bu binaya genç birinin taşınıyor olması ilk başta hiç gerçekçi gelmemişti. Bunun gerçekliğini ancak, büyük bir taşıma kamyonunun binamıza yanaşmasıyla kavrayabilmiştim.
Hizmetliler bir hafta boyunca eşyalarını taşıyıp, götürdüler. Birsürü kişi girip çıktı evine. İlk bir hafta tadilat sesinden uyuyamadık. Çokça lanetler okudum sana. Komik değil mi? Daha adını bile bilmediğim bir adama, yüzünü görmeden lanetler okumam. Şimdi, öyle seviyorum ki seni, adını bile ağzıma alamam. Hep içimde saklı, filizlenen bir çiçek gibi kalmanı isterim. Herkesten uzak, sade, güzel ve narin. Tohumlarını içinde saklayan, çiçek açmak için sabırsızlıkla bekleyen, fakat güzel yapraklarını insanlara göstermekten korkan, narin bir çiçek gibi.
Seni ilk kez, yine okuldan eve geliyordum. Arkadaşlarım her zaman ki gibi yanımdaydı. Dört katlı bir binada oturuyorduk, bizim evlerimiz ikinci kattaydı. Yine söylenerek çıkıyordum yukarıya. Annem benim geldiğimi anlamış olamalı ki, merdivenlerin başından gördüğüm kadarıyla aralıktı kapımız.
Hızlı adımlarla kapıya doğru yürümeye başladım. Birden karşı dairemizin kapısı açıldı. İlk başta yine hizmetlilerden birisi sandım. Çevirmedim bile kafamı. Sen yanımdan bir hışımla koşarak bana çarptığında, burnuma dolan güzel koku, arkama dönüp bakmama sebep oldu. Adımlarım yavaşladı. Sende dönüp bana baktın, gözlerimiz kesişti. Benden büyüktün, hemde dört yaş. Benim senin önünde eğilmem gerekirken, sen saygı amaçlı eğilip özür diledin benden.
Daha sonra, -gittiğin yere geç kalmıştın sanırım- hızla koşarak uzaklaştın benden. Burnumun direği aldığım güzel kokuyla sızlamaya devam ederken, yüreğimi hafif bir sıcaklık kapladı.
Seni ilk kez o zaman gördüm işte. Öyle güzel ve değişik bir his bıraktın ki içime, bir kaç dakikalığına bulutların üzerinde, her şeyden uzaktaymış gibi hissettim.
Seni sevdiğim süre boyunca, sanki karanlığın içindeymişimde seni her gördüğümde yüreğimde bir şeyler tohumlanıyormuş gibiydi. Yüreğimin yanına bir yürek daha geliyor, hissettiğini hissediyormuşum gibiydi. Büyüleyici ve imkansız hissettiriyordu sana olan aşkım. İmkansızlıkların içinde bir günaha inanıyordum sanki. Beynim bana türlü türlü oyunlar oynuyor da, senin büyüne kapılmam için zorluyordu beni.
Ben hayatımı, seni sevdiğim ve sevmediğim zamanlar olarak ikiye ayırıyorum sevgilim.
Ve emin ol ki,
Senden önceki yaşantım, çokdan zihnimin tozlu raflarına kaldırılmış durumda. Sen benim hayatım, geleceğimsin.
Bu masada çürüyecek olan mektupların, tek sahibisin.
Sen benim herşeyimsin.
Hwang Hyunjin'e,
Benim güzel ölüm çiçeğime.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
born to die, hyunlix
Fanfiction"Her karanlık, kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını göğsünde taşır."